tag:blogger.com,1999:blog-5641807423164614142024-02-01T21:48:20.117-08:00DenizlerdeAhmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.comBlogger21125tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-37637204967157431702017-09-13T10:29:00.000-07:002017-09-13T10:29:17.790-07:00Paşalimanı adası<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<object class="BLOG_video_class" contentid="UPLOADING" height="266" id="BLOG_video-UPLOADING" width="320"></OBJECT></div>
Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-62405326665261009932017-06-04T07:42:00.001-07:002017-06-04T07:42:22.120-07:00Sadun BORO üstadımızı Okluk'tan uğurlamıştık.20150608_141014.mp4div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br /></div>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-82889151393248062472009-09-03T03:35:00.000-07:002009-09-04T23:56:19.875-07:00İstanbuldan Göcek'e 82 ağustos Pazar sabahı 05.30 da Ayvalıktan ayrıldım. Babakaleyi dönene kadar nerdeyse hiç rüzgar yoktu. Ama burnu dönüp kuzeye yönelince, tam kafadan gelen,yer yer 28 knot’a varan rüzgar, kaldırdığı dalga ile teknenin ilerlemesini engelliyordu. Cenovayı açıp rüzgara 50-55 derece açılarla zigzaglar yaparak, teknenin nispeten sarsıntısız seyretmesine çalıştım. Fakat ortalama hız yinede düşük oluyordu. Rüzgara 45 derece açılarla seyir yapılsa tekne yeteri kadar hız kazanamıyor ve de dalgaların etkisiyle yine yüksekten düşüp suya çarparak çok rahatsız ediyordu. Yine akşam güneş batarken Bozcaadaya girebildim. 3 ağustos sabahı saat 06.00 Çanakkaleye gitmek üzere Bozcaadadan ayrılıp motor seyriyle ve rahat bir yolculukla 14.30 sıralarında Çanakkale marinaya girdim. Yolda sık sık sintine pompasını çalıştırıp biriken suyu tahliye ettim. İstanbula fazla yol kalmamıştı. Sabah 05.00 da yola çıktım. Akşam 18.00 civarı Mürefteye varırken, salmanın bağlantısının gevşemiş olma ihtimali canımı sıkıyordu. Deniz suyu pompası su kaçırıyordu ama bu suyun biriktiği bölme ayrıydı ve akşamları biriken suyu alıyordum. Müreftede suyu tamamen boşalttım. Salma tarafını iyice kurutmaya çalıştım. Fakat o kısımdan pek su gelmiyordu. Acaba tekne dururken salma oynamadığı için mi su girmiyordu? Sabah yola çıkarken deniz suyu pompasının kaçırdığı suya baktım. Çok artmıştı. Hemen hemen yarı açık bir musluk gibi su geliyordu, pompaya bağlı hortumun altından doğru. Bu suyu görünce, salmanın gevşemiş olma ihtimali ortadan kalkmıştı. Artık rüzgarın müsait olduğu yerlerde cenovayı açmaya başladım. Akşam üstü Silivriye vardığımda, iskelenin iç kısmına bağlanmak istedim. Fakat ne halat alıp babaya bağlayacak kimse, ne de kolay yerde baba vardı. Bu kısım rüzgar altı olduğundan halatı kendim de bağlayamıyordum. Bu sebepten iskelenin rüzgar üstü olan dış kısmına geçtim. Bu sırada denize girmekte olan gençler de yaklaşmışlardı. Halat alarak bağlanmama yardım ettiler. İlk işim deniz suyu pompasını incelemek oldu, beni Pendik’e kadar götürürmüydü? Gördüğüm kadarıyla daha 1000 mil yol gitsem su kaçırmasından başka problem olmazdı. Yeter ki suyu tahliye edeyim. Demek ki suyun biriktiği bu bölmeden sintineye bir geçiş oluyordu. Artık yola rahat çıkabilirdim. Nitekim ertesi sabah saat 05.30 da yola çıktım ve rahat bir yolculukla, yolun büyük kısmında da cenovayı açarak saat 15.00 civarı Pendikte oldum. Ertesi gün ilk işim deniz suyu pompasını sökmek oldu. Ertesi gün de rumanlarını ve keçesini değiştirerek yerine taktım. Kısa bir süre motoru çalıştırıp durumu test ettim. Normal görünüyor. Hafta sonu seyire çıkarsam daha iyi bir test olacaktır.<br />Böylece sona gelmiş olduk. Herkese, kazasız, güvenli ve mutlu seyirler diliyorum. Pruvanız daima neta olsun. <br /><OBJECT id=BLOG_video-f199b30738da6be1 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="f199b30738da6be1"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-fdb1f2968d201921 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="fdb1f2968d201921"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-bcb7253071601e6b class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="bcb7253071601e6b"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-72106297788131756312009-08-27T05:30:00.000-07:002009-09-03T03:34:39.912-07:00İstanbuldan Göcek'e 7Sabah yine erkenden yola çıkıp Knidos burnunu döndük. Turgutreise yaklaştığımızda rüzgar azgınlaştı. D-Marinden mazot alıp yolumuza devam ettik. Yalıkavakta kalmayı düşünürken rüzgar kolayımıza olduğundan Didim marinaya yöneldik. Motor yelken yolumuza devam ederken zaman zaman 8 Dmili hıza ulaşıyorduk. Yine hava kararmadan Didim marinaya bağlandık. Sonraki gün nerdeyse hiç yelken açamadan Kuşadasına vardık, rüzgar yoktu. Burada, aşağıya giderken görüştüğümüz, Nelea teknesi sahibi Ahmet Semiz bey ve eşi Ayhan hanım ile tekrar görüşme ve sohbet şansı bulduk. Eşim annesine bakma sırası sebebiyle buradan İstanbula döndü. Ben de dönüş için hava durumunu kollamaya başladım. İlk anda 1 ağustos cumartesi günü havanın uygun olacağı yönünde rapor vardı. Ertesi gün, Cuma ve cumartesi aynı sertlikte havaya işaret ediyordu. Bu sırada Ahmet Semiz bey İzmirden arayarak, Foçaya kadar benimle gelebileceğini söyledi, bende memnun olacağımı bildirdim. 30 Temmuz Perşembe akşamı geldi. Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Yer yer 32 knot’a varan rüzgar okuduk, rüzgar göstergesinde. Gönlümüzce yelken açıp dalgalar arasında boğuşurken, sintineyi doldurmuş olan sular teknenin içini allak bullak etti. Ayrıca, kaşık çatal çekmecesinin de yerinden kurtulup her şeyin ortaya saçılması ayrı bir sıkıntı yaratmıştı. Bu kadar çok su acaba nerden gelmişti. Yoksa salma bağlantıları gevşemiş tekne oradan mı su almıştı? Kamaraların tabanlarına kadar su dolmuş, her şey darmadağınık olmuştu. Ahmet Beyin, hepsinin üstesinden gelmesi sıkıntımızı hafifletti. Akşam hava kararmadan Çeşmedeki eski belediye marinasına bağlandık. Ama rüzgar hala ıslıklar çalıyordu. Bu durumda ertesi gün yola çıkmak zordu. Ahmet Bey, Çeşmeye varmadan arkadaşı Sayın Celal Üstünbaş beyle konuştu ve vardığımızda Celal beyle tanışıp ısmarladığı biraları içerken sohbet etme imkanı bulduk. Pirireis denizcilik derneği başkanı, bu çok kibar ve tecrübeli deniz insanıyla biraz sohbet etmek bile ayrı bir güzellikti. Çeşmede biraz yürüyüp akşam yemeğinden sonra tekneye döndük. Ahmet Bey, bulunduğumuz pontona bağlı Deniz Harbokulu yelken takımından öğrencilerle konuşurken onların sabah 03.00 te İstanbul yönüne yola çıkacaklarını öğrenmiş. Biz de saat 3.00 te yola çıkalım diye düşündük. Hava saat 3.00 te iyice düşecekmiş. Sonradan kararlarını değiştirip daha önce 00.00 da çıkmaya karar vermişler. Ahmet Bey, biz de onlarla çıksakmı? Dedi ama hiç uyumadan yola çıkamazdık. Biz saat 3.00 da çıkmaya karar verdik ve 3.30 gibi de yola çıktık. Karaburuna varmadan güneş doğdu. Erken yola çıktığımız için Ayvalık’a varabileceğimizi düşünüp dalgalardan az etkilenmek için cenovayı açıp zigzaglarla Ayvalık’a yöneldik. Ahmet bey zor şartlarda bir hayli video çekti. Ayvalık’ a güneş battığı sıralarda girdik.<br /><OBJECT id=BLOG_video-1ae99a5f6d7a6772 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="1ae99a5f6d7a6772"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a4dfd29fe4639c6c class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a4dfd29fe4639c6c"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-9be07984275855b class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="9be07984275855b"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a6344253549b47e7 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a6344253549b47e7"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-ab11821117c5fece class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="ab11821117c5fece"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-dee80781cee3bd9a class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="dee80781cee3bd9a"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-56d63b1dc8965dd7 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="56d63b1dc8965dd7"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-2938904ca1e084a0 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="2938904ca1e084a0"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-92e646dff5691291 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="92e646dff5691291"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-f2d662df59d1b0a0 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="f2d662df59d1b0a0"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a81131944de92e4 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a81131944de92e4"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-87310ad9ddead826 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="87310ad9ddead826"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-cd82c92b6334225a class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="cd82c92b6334225a"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-81f66b3d91c7f94 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="81f66b3d91c7f94"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a20efad6f13c11c9 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a20efad6f13c11c9"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-e446e773e58c1fec class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="e446e773e58c1fec"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-926cfcba3f3068df class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="926cfcba3f3068df"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d468f7ddf3e3a028 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d468f7ddf3e3a028"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-7549edbd36973c29 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="7549edbd36973c29"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-ec56db4b5ac9d3bb class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="ec56db4b5ac9d3bb"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-2e3e5826f82a9dc6 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="2e3e5826f82a9dc6"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-5de6e745db396272 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="5de6e745db396272"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-57795176d8d077e7 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="57795176d8d077e7"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-9ab424b4de54e6f4 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="9ab424b4de54e6f4"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-7153dd2121962ae6 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="7153dd2121962ae6"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-6b434c02f1228af5 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="6b434c02f1228af5"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-32c1fd337e7cf1d3 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="32c1fd337e7cf1d3"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-4fa2192245533675 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="4fa2192245533675"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-75453069586850099512009-08-25T05:00:00.000-07:002009-08-29T22:34:46.817-07:00İstanbuldan Göcek'e 6Bundan sonra yeni kaplinin takılması macerası var sırada. Yeni kaplin Vetus imiş. Önce kolayca takacaklarını sandım. Çünkü kaplin söküleli çok olmuştu ve ölçüsüne göre sipariş etmiş olmalıydılar. Yerine uydurulamayınca deliklerini büyütmeye başladılar. Hatta ellerindeki matkap yeterli olmadığından benim yuvarlak eğeyi verdim, biraz da onunla genişlettiler. Yine olmayınca dışarı çıkıp, delikleri geniş ortamda büyütmeye başladılar. Yeni kaplini alarak çıkarılmış olan ile deliklerini çakıştırmaya çalıştım. Ve onlara, delikleri, dış daire patlayıncaya kadar genişletmeleri gerektiğini gösterince duraladılar. Çıkarılmış olan kaplinin bozulmuş olan civata dişlerini yeniden çekerek ve biraz tesviye ederek, yeni kaplinden daha güvenilir olacağını konuştuk. Eski kaplini alıp gittiler ve konuştuğumuz gibi düzelterek geldiler. Ama akşam olmuştu. Tekneyi suya indirecek olanlardan birisi 18.30 a kadar bekleyip tekneyi indirdi. Bundan sonrası, ancak gece teknenin kalacağı belediye marinasına gidebildik. Yolda motor devrini 3000 e çıkarmayı denedim ama 2800-2900 devirlerde titreşim başlıyordu. Daha fazla zorlamadım. Ertesi sabah saat 8.00 da gelip deniz suyu pompasına bakacaklardı. O zaman kapatmadıkları bazı kapakları kapatıp ortalığı da toplayacaklardı. Sabah 8.00 da dükkanlarına gittim. Deniz suyu pompasına bakacak olanlar 9.30 da geldiler. Tekneye vardığımızda saat 10.00 a gelmişti. Pompa aslında faz su kaçırmıyordu. Ayrıca bir süre sonra da su kaçırmayı kesiyordu. Pompayı sökecek olsalar en az üç gün daha bekletirler beni diye düşündüm ve pompa tamirinden vazgeçtim. Kapatmaları gereken kapakları taktılar ve tekrar dükkanlarına döndük. Ricalarla, faturayı yazdırıp kalan borcu da ödeyip saat 13.30 da Çiftlik koyuna ulaşabilmek arzusuyla Göcekten ayrıldık. Ama bu saat yola çıkmak için çok geçti. Körfezden çıkıp Çiftlik koyuna yöneldiğimizde rüzgar artmaya ve dalgalar büyümeye başladı. Bu şekilde devam etsek gece yarısından sonra Çiftlik koyuna varabilirdik. Bu yüzdenKöyceğiz limanına girmeye karar verdik. Ne de olsa orası bir limandı ve hava kararmadan oraya varabilirdik. Yaklaştıkça bağlanacağımız limanın nerede olduğunu merak eder olduk.Ama bilgisayarda da diğer haritalarımızda da böyle bir liman bulamadık. Körfezin içine doğru girdikçe bazı koylarda teknelerin demirlemiş olduğunu görüyorduk. Yolumuza devam ederek dürbünle bağlanacağımız yer ararken Ekincik My marinayı görünce çok büyük bir ferahlama hissettik. Oraya yaklaştığımızda görevli, botla gelerek yardımcı oldu. Kıçtan kara bağlanıp biraz yüzdük sonra Restaurant da akşam yemeği yedik. Restaurant sahilden 30-40 metre kadar yukarda idi ve merdivenlerle çıkılıyordu. Birde yaşlı ve engellilerin kullanacağı bir çeşit eğik asansör vardı. Galiba bu asansör, buranın maden olarak kullanıldığı zamanlardan kalmış. Biz asansörle çıkıp indik, ağaçların arasından bu iniş çıkış ayrı bir güzellikteydi. Eşim, bütün geziboyunca en fazla burayı beğendi. Ertesi sabah saat 06.00 da Aktur Kurucabük koyun varma niyetiyle yola çıktık. Ama Datça’daki arkadaşlarımızla da görüşmeyi istiyorduk. Bozburunu geçince Datçaya varabileceğimizi düşünerek arkadaşları aradık. Neticede Datçaya yöneldik ve akşam olmadan vardık. Birlikte çay içip yemek yiyerek hasret giderdik.<br /><OBJECT id=BLOG_video-c4cc209449ab67e class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="c4cc209449ab67e"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-90276c2b4d8db5a8 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="90276c2b4d8db5a8"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-2296d8861f8d87fe class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="2296d8861f8d87fe"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-dc0fdda1fce86e23 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="dc0fdda1fce86e23"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d261be8405849f8e class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d261be8405849f8e"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d678b992db4f3fc1 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d678b992db4f3fc1"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-3db3906d6518c9d9 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="3db3906d6518c9d9"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-49663414340959313362009-08-25T04:42:00.000-07:002009-08-28T00:05:33.582-07:00İstanbuldan Göcek'e 5İlk gün, sökme işi başlayınca canım sıkılmaya başladı. Şaftın kaplinini bir türlü çıkaramıyorlardı. Bir ara motorun çevresinde, çepeçevre 6 kişi olduğunu gördüm. Ben de bir kenardan durumu izliyordum. Benimle birlikte 7 kişiydik daracık alanda.<br /> Vura vura kaplini harap ettiler yine de çıkaramadılar. Sökme işini ertesi güne bırakarak gittiklerinde, ben de kapline baktım. Tam tersi yönden vuruyorlar diye düşündüm. Ertesi sabah, geldiklerinde benim düşüncemi de söyledim. Ama dediğim şekilde de sökülmeyince zaten şaftı keserek çıkarmaya niyetlenip ona göre hazırlıklı geldiklerinden, şaftı kesip çıkardılar. Sonraki gün geldiklerinde şaftın ucunu kaplinden çıkarmışlardı. Tam benim tahmin ettiğim gibi değildi ama benzer bir şekilde yarıklı bir boru flanşla sıkıştırılmaydı, yani kaplin, flanş ile şaftı sıkarak bir nevi sıkı geçme gibi şaftı tutuyordu.<br /> Şaftı sipariş edecekler ve kendileri tornada yaparak yerine takacaklardı. Bu arada şaft braketi yerinde oynamıştı. Bu oynamayı da epoksi reçine ile tamir edeceklerdi. <br />Bu arada devamlı deniz suyu pompasını ne zaman sökeceklerini sordum, onun kolay olduğunu söyleyerek hep geriye bıraktılar.<br /> Aldıkları diğer işlerin peşinde koşmaktan benim yanıma gelip gittikleri yoktu. Pervane , şaft kaplin ortada yoktu. Her arayışımda bir bahane söyleyip, geliyoruz, yapıyoruz vs. deyip geçiştiriyorlardı.<br />Şaft yapılınca yeni kaplinle birlikte yerine takılması zaman almazdı ama braketin yeniden fikse edilmesi epoksinin kuruma süresi olan 24 saat isterdi.<br /> Bütün ısrarlarıma rağmen bugün, yarın, zaman geçiyordu. Sonunda boya işlerini yapan elemanlarına epoksi işine başlamalarını söylediler. Adam gelerek beş dakikada, braketin tekne içinde polyesterle kapatılmış tepesinden birkaç santimlik kısmını kesti. Marinaya çalışmaya girenlerden para kesiyorlarmış, “bir şeye bakacam, çalışmayacam” diye girmiş, acele ediyordu. Kestiği yerin tekrar yapılmasının hiçbir işe yaramayacağını söylediğimde isteksizce 2 santim kadar daha kesti ve acele gitti. Sözde biraz sonra gelip yapacaktı. Akşama kadar bekledim ne gelen var ne giden. Patrona telefon ediyorum hemen geliyor şimdi diyor gene gelen giden yok. Adamlara telefon etmekten utanır oldum. Pazartesi sabah telefon ettiğimde “akşam gelip yapmadılar mı?” dedi. Hiçbirinin diğerinden haberi yok. Sonradan, önce adamın akşam hastalandığını bugün gelip yapacağını söyledi, sonrasında diğer çalışanlarından adamın bunlarla tartışıp işi bıraktığını öğrendim.<br />Aslında adamın işi bıraktığına sevindim. Çünkü, sonraki gün gelen başka bir polyesterci, bu gibi işleri çok yaptığını aşağıya doğru braketin iyice açılması gerektiğini söyledi. Akşam saat 4.30 da geldiler. Şaftı geçici olarak line’a alacaklar ve epoksi işi yapılacaktı. Polyesterci dediği gibi yapılacak yeri hazırladı. Ama motorcular line’a alma işini bitiremediklerinden iş bu güne kaldı. <br />Bir taraftanda sigorta eksperinin istediği tespit raporunu ve işçilik saatleriyle onarım teklifini hazırlamalarını istiyorum. Yapıyoruz diye diye cumartesi sabahtanberi bir şey hazırlamadılar. Bugün Salı. Sabah hazır olduğunu söyledikleri rapor ve teklifi inceleyecek sonrada ekspere faxlayacaktık. <br />Sabah 9.30 dan sonra polyesterciyi getirdiler. “Rapor işi..” diyecek oldum, bir teknede iki saat işim var, iki saat sonra buradayım dedi. Bu sırada polyesterci malzemelerinin dükkana geri gittiğini yeni anladı ve ikisi birden tekrar geri gittiler. <br /> Yaklaşık bir saat sonra polyesterciyi motorsikletle getirip bıraktılar. Şu ana kadar adam işini biliyor diye rahatım ama bir yandan da yapacak başka bir işim olmadığından ve zaten tekne ufacık yer olduğundan onun yanındayım mecburen.<br /> Yaklaşık yarım saat oyalandıktan sonra nihayet işe koyuldu. Ölçekli kap ile, kabın dibinde denebilecek kadar az miktarda karışım hazırladı. Gördüğüm kadarıyla hızlandırıcıyı fazla koyuyordu. Bu, reaksiyonun hızlı olmasına ve epoksinin çok kırılgan bir yapıya sahip olmasına yol açardı ve çok sakıncalıydı. Aslında önceki akşam geldiklerinde prospektüse bakmıştım ve karışım oranı hacım olarak 4:1 idi. Adama bu kadar az miktarda hazırlanan karışımın oranını tutturmak zor olur diyecek oldum, “işime karışma, ben işimi biliyorum” dedi. Daha bir şey söyleyemedim. Ve çalışmasını izlemeye devam ettim. Son olarak elyaf yatırma işine başlayınca, nispeten fazla miktarda karışım yaptı. Bu sırada bariz olarak hızlandırıcının çok fazla olduğunu gördüm. Fakat yine de sesimi çıkarmaya korktum. Bir miktar elyaf yatırdıktan sonra elindeki kutudan dumanlar çıkarak dışarı geldiğini görünce dayanamadım artık. “Böyle iş olmaz” dedim. “Epoksiyi yaktın. Hızlandırıcıyı çok koyuyorsun!” “Çok biliyorsan sen yap” dedi. Ben de “yaptıklarını sök ben yaparım” dedim. “Karışım oranını yanlış yapıyorsun ben buna güvenerek nasıl denize açılırım?”. Adam “yanlış yapmıyorum” dedi. “Bak burada yazıyor” Gösterdiği yerde A+B = 1.2 kg yazıyordu. Yani her iki komponentin toplam ağırlığı 1.2kg dı. Adama bunu anlatınca, birden durdu, ve karışım oranını hatalı yaptığını anladı. Hemen son yaptıklarını sökmeye gitti. Bir kısmını söktü. Ama daha önce yaptıklarını sökmesi çok zordu. Yapabileceğim pek bir şey yoktu. Her şeyi ben yapamazdım. Zaten burada bir iş yapmasam bile yorulmuştum. Yeniden normal oranda karışım hazırlayıp bir miktar elyaf yatırarak yemeğe gitti. Gideli 2,5 saat oldu, hala gelmedi. <br /> Rapor ve teklif için Emek Marini aradığımda, bir mail bile atamadıklarını, bankalarda işleri olduğunu söylediler. <br /> Çok zor buralarda iş yaptırmak ve yapmak…. 21 Temmuz Salı saat 14.30<br /> Akşamdan epoksi işi bitti. Ertesi gün, yeni kaplin, braket lastiği ve tutyalar takılacak işler toparlanarak tekne suya indirilecekti. Öğlenden sonra suya indirilerek deneme seyri yapacak, her şey yolunda ise İstanbula dönüşe geçecektik.. Eşim de ertesi gün sabah otobüse binecek, akşam Göcekte olacaktı. Böylece bir aksilik olmazsa sabah yola çıkacaktık.<br /> 22 temmuz sabah onların gelmesini beklemeden dükkanlarına gittim. Henüz çalışacak olanlar gelmemişti. Teknenin içindeki epoksi tozlarının temizlenmesi için elektrik süpürgesi de almalarını söyledim. Tozlar okadar ince ki teknenin hiç akla gelmeyecek noktalarına kadar nüfuz etmiş. Onların yaptığı temizliğe ilave olarak bir o kadar da ben uğraştım, yine de yeterli temizlik olmadı sanırım.Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-881060690096883642009-08-24T00:14:00.000-07:002009-08-26T06:13:09.287-07:00İstanbuldan Göcek'e 4Sabah 5.20 de yola çıktık. Motorla yola devam ederken yelkeni de takviye olarak açıyoruz. Çiftlik koyuna yaklaştığımız sıralarda rüzgar iskele bordadan zaman zaman 32.5 deniz mili hızla esti. Bu sağanaklarda tekne, cenova yelken yüzünden bazen ani yatmalar ve yön değişiklikleri yaptığından, kah cenovayı az açarak veya tamamen toplayarak çiftlik koyuna varıp bir restoranın iskelesine bağlandık. Ertesi sabah yine erken çıkıp Göçek koyuna varmayı ümidediyoruz. …… Artık yazmaya bile utanıyorum nerdeyse. Yine acemilik, hata, artık isim bulamıyorum, her neyse, büyük bir şamar yedik Taşyaka koyunda. Öğlenden sonra koya girdik. Oldukça uygun bir köşenin biraz açığına zinciri bıraktık. Sonra, yeterli uzunlukta tek parça koltuk halatlarımız olmadığından, bir kaç ek ile yaptığımız iki koltuk halatını, ağaçlara zarar verilmesin diye yapılmış babalara bağladık. Biraz yüzdükten sonra, zincirin kalomasının az olabileceğini düşündüm ama, bulunduğumuz yer çok kuytu göründüğünden ve rüzgar yükü zincire değil de daha ziyade koltuk halatlarına bindiğinden, koltuk halatlarını çözüp, zinciri toplayıp, yeni baştan daha uzağa demir atmaya gerek yoktu. Ayrıca, kıyıdan uzaklaştıkça derinlik de artıyor yani daha fazla kaloma gerekiyordu. İçimde bir boşluk, bir tedirginlik, bir rahatsızlık hissetmeme rağmen yerleştiğimiz şekilde kaldık. . Akşam yemeğinden sonra, ortamın ve havanın muhteşem ahengini hissedip, bu rüyayı yaşamak şansına ulaştığım için şükrederek uyuduktan 2 saat kadar sonra gece 1.00 civarı teknenin altından gelen bir gürültüyle uyandık. Rüzgar ıslıklarla tekneyi savuruyor,yandaki guletin kaptanı botuyla koltuk halatını kontrola gidiyordu. Bu nasıl işti. İki saat içinde rüzgar 180 derece dönmüş, ortalığı birbirine katmıştı. Biz de demiri sürükleyerek kıyıya yakın bir noktadaki kayaya dümen palasını çarptığımızı anladık. Hemen motoru çalıştırıp kayadan uzaklaşma yönünde manevra yapmaya başladım. Tekne açılmaya başladığı sırada birden bire motor stop etti. Dönüp baktığımda iskele tarafında boşlayan halatın pervaneye dolandığını anladım. Yapacak birşey kalmamıştı. El feneriyle dalıp halatı kurtarmayı denemek istedim. Ama bu kadar az ışıkla olacak şey değildi. Yandaki guletin kaptanından bir koltuk alarak sabahı bekledik. Sabah halatı çıkarıp motoru çalıştırarak mazot almak üzere Göçek Clup Marinaya gitmek üzere yola çıkınca, 2300 devirden önce bir vuruntunun başladığını gördüm. Önce, zaten bir hayli yorulmuş olan motorun lastik takozlarının koptuğunu tahmin ettim. Clup Marinden bir miktar mazot aldım ve problemi anlatarak bildikleri iyi bir tamirciyle görüşmek istediğimi söyledim. Gerek pompacı ve gerekse orada bulunan genç ( Clup Marin’in sahibinin oğluymuş) Emek Marinin numarasını verdiler. Telefon konuşması sonucu Özdeyiş Beyin isteğiyle tekneyi belediye marinasına çektim. Burada yaptığı tetkikte şaftın eğrilmiş olabileceğini ve 700euro işçilik 800 euro şaft değiştirme için 1500 euroya işi yapacağını söyledi ve tekneyi MarinTürk marinasına çekmemi istedi. Bu arada, deniz suyu pompasının da su kaçırdığını söyledi. Tekne çekek yerine çekilirken çekek yeri sorumlusu “bu adamları nerden buldun” diyerek bir can sıkıntısı sokmuştu içime. İşleri yüz güldürmüyormuş, çalışanlar onlarla bir yıldan fazla çalışmıyormuş, yine de ayrılanın yerine eleman buluyorlarmış. “Şeytan tüyü mü var bunlarda nedir?” demişti.<br /><OBJECT id=BLOG_video-13494a6d788c91ca class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="13494a6d788c91ca"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-7e5df4b61219b59b class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="7e5df4b61219b59b"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-90cbc745ca0159ac class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="90cbc745ca0159ac"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d4b302b5b0c04de0 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d4b302b5b0c04de0"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-fbe6fd0f8f69fbb6 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="fbe6fd0f8f69fbb6"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-7f1bd9bfdafff1d3 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="7f1bd9bfdafff1d3"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a761e3b445f0e1fd class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a761e3b445f0e1fd"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d296d62e12a1757f class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d296d62e12a1757f"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-98282026932a3919 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="98282026932a3919"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-4d3524923f4cc840 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="4d3524923f4cc840"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-82759523534333460662009-08-22T02:42:00.000-07:002009-08-24T22:55:05.149-07:00İstanbuldan Göcek'e 3Bundan sonraki durağımız Turgutreis.<br /> Sabah erken saatte Kuşadasından çıktık. Hiç rüzgar yok. Samos geçişi için bazen tehlikeli rüzgar girdaplarından bahsedildiğini duymuştum. Bu sebeple, genelde gemilern Bayrak adasının batısını kullanmalarına karşılık ben doğusundan geçmeyi planlamıştım. Ama geçişe yaklaşınca deniz üzerindeki birkaç beyazlık fark ettim. Belki de balık ağı vs. vardı. Bayrak adasının batısına yöneldim. Bu sırada yunanlı bir balıkçı teknesi tam adaya doğru yönelmiş geliyordu. Aynı hızda devam etsem çatışma ihtimali yüksekti. Yol keserek geçmesini sağladım. Sonra, ben geçince adaya doğru biraz daha gidip geri döndü. Yunanlı balıkçılar bizim kara sularımıza çok rahatlıkla girip çıkıyor anlaşılan. <br /> Turgutreis’e yaklaşırken orada yaşayan kayın birader ve eşi ile konuştuk. Güneye yola devam ederken bizimle gelecekler ve dört kişi birlikte yola daha moralli devam edeceğiz. <br /> Sonraki gün Turgutreisten saat 7.50 de çıktık. Mazot deposunu gelince doldurmuştuk. 15-20 knot rüzgarla, öğleden sonra Knidosa geldik. Knidos burnunu dönerken, kayalıklarda, parçalanmış bir tekne kalıntıları dikkat çekiyordu. Fırtınalı bir gecede motor veya dümen arızası meydana gelen bir tekne ne yapabilir? Mürettebat, bu kayalardan sağ çıkabilirmi? Denizin keyfi kadar doğurduğu tehlikeleri de dikkate almamız gerekiyor.<br /> Burada ilk demir attıktan bir müddet sonra yerimizin değiştiğini fark edip demir atmayı yeniden denedik. Bu defa teknedeki katlanır demiri, iki parça küçük halatı demirin ucunda bağlı küçük ve daha ince halata bağlayarak üç parçalı halatla takviye olarak attık. Bir süre sonra yine demir tarıyorduk. Hemen motoru çalıştırdık. Bazen marş butonu motoru çalıştırmıyordu. Ama bu defa bu aksaklık olmadı. Zira motor çalışmasa, bu rüzgarda kayalara doğru gitmek kaçınılmaz olurdu. Bu noktadan sonra iskeledeki bir tekneye abord olmak için ricada bulunduk. Kabul edilince bağlandıktan sonra yedek demiri bulmak için botla takribi attığımız yere gelip biraz aramadan sonra buldum. Demire bağlı ince ip, sonradan eklediğim kalın ipten çözülmüş. Aslında kalın iple ince ip birbirine bağlanırken özel bir düğüm olacaktı ama unutuluyor. En kısa zamanda bunu iyice öğrenmek gerek. Şimdiye kadar sadece ızbarçoyu yapıyorum. Hakikaten güzel bir düğüm. Ama bazen halkayı ters yapınca diğer şekli deniyor ve zaman kaybediyorum. Herhalde zamanla daha iyi olacak. Neyse, burada geceyi güvenle geçirdik.<br /> Bundan sonraki durağımız Aktur kurucabük koyu oldu. Burada da ilk demir attığımız yerde, demir taraması sebebiyle kalamadık. Galiba demir dipteki eriştelik üzerine düşmüştü. Bu defa kıyıya daha fazla yaklaşıp 4 metreye demir attık. Bu sırada küçük lastik botumuz uzunca bir ip ile arkada bağlıydı. Geri manevra sırasında ip pervaneye dolanarak motoru durdurdu. Çok can sıkıcıydı bu. Acaba ne olacaktı. Tekrar mayoyu giyip duruma baktım. Pervane kıpırdamıyordu bile. Keskin bir bıçakla, 15-20 saniyelik dalışlarla ipi parça parça kesip çıkarmaya çalıştım. Sonunda dolanmış ipler tamamen temizlendi. Pervane rahatça dönüyordu. Yani anormal bir durum yoktu anlaşılan. Böylece pervaneye halat dolanması olayını da yaşamış olduk. Yalnız bu sırada miline takılı, halat dolanması sırasında halatı kessin diye konmuş tırtıllı dairesel bıçak bir iş görmemişti. Belki farklı bir biçimde dolanmada iş yapabilir. Yedek demiride yaklaşık 60 derece açıyla 2-3 metreye bıraktık. Gece GPS yerimizin değiştiğini uyarınca, rüzgarın yön değiştirmesi sonucu karaya yaklaştığımızı gördüm. Ama çok fazla yaklaşmamıştık zincirli demirin zinciri bile bizi tutuyordu. Zaten rüzgar da yok denecek kadar azdı. Ertesi sabah yine de yedek demirin ipinin zincire bir defa dolanmış olduğunu gördüm. En korktuğum şey, zincirin salmaya dolanmasıydı ki bu olmadığı için şanslıydık.<br /> Bundan sonra Bencik koyuna girip demir atarak bir ağaca çıma tuttuk. Bir süre sonra gelen bir tekne kıyıya çok yakın olduğumuzu söyledi, “ben de yardım edeyim, zinciri biraz daha açığa atın” dedi ama nasıl olsa 1 saate kadar ayrılacağımız için teşekkür edip bu durumda beklemeyi tercih ettik. Dümen palası ile dip arasında sadece 40-50 cm mesafe vardı ve tekne kıyıya 1 metre daha yaklaşsa dümen palası dibe çarpardı. Çok tehlikeli olduğu halde çıma ve zincir bizi olduğumuz noktada tutuyor göründüğünden durumu değiştirmedik. Ancak bundan sonra, sadece salmanın değil dümen palasının da sığlıklarda dikkate alınması gereğini hesaba katmam lazım.<br /> Öğle yemeğinden sonra Hedefimiz Selimiye idi. Bencik koyundan çıkıp Selimiyeye <br />yönelirken Vira Demir’den okuduğumuz kardinal şamandırasını unutmuştum. Kayın birader şamandırayı fark edip uyarınca, şamandırayı doğuda bırakarak yelkenle Selimiye koyuna yaklaştık. Sonrasında motoru tekrar çalıştırıp koyda eski muhtarın yaptığı iskeleye yaklaştık ve bağlandık. Eşim, demir tarama korkusu olmadan bir gece geçireceğimiz için çok mutluydu. Burada muhtemelen bir geceden fazla kalacağız, ekip nihayet tatil anlamında iki gece geçirecek.<br /> Bundan sonrası için kararsızlık var. Ben yola Göçek’e kadar gitmek için çıkmıştım. Şimdi önümüzdeki günlerde rüzgarın oralarda kuvvetli olacağını görüyorum ve cayma arifesindeyiz. Ancak dönüş yolunda durum daha da kötü. Ayrıca bu sabah Esat Hadımlı beyin Gezgin Korsan forumundaki mesajı beni heyecanlandırdı. “Bozburunda demirde Ahmet Korsanı bekliyorum, sonrasında doğuya doğru yola devam” yazmış. İnşallah buluşuruz da Göçek’e grup olarak gideriz.<br /> Selimiyede iki gece yattık. Yarın pazartesi, her ne kadar devlet meteoroloji korkutsa da, poseidonun tahminine ve buradaki gezi teknesi kaptanlarının görüşüne uyarak sabah 5 civarında Göçek için, Çiftlik koyuna doğru yola çıkacağız.<br /><br /><OBJECT id=BLOG_video-98d3074513b0480c class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="98d3074513b0480c"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-23c1375f4dab48d6 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="23c1375f4dab48d6"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-8ad62178b0336c41 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="8ad62178b0336c41"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-d134b499ad85b2db class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="d134b499ad85b2db"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-caa67d820ce04000 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="caa67d820ce04000"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-a791eb7e756259fd class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="a791eb7e756259fd"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-19887802765385667782009-08-20T03:53:00.000-07:002009-08-20T06:07:49.599-07:00İstanbuldan Göcek'e 2Fakat, birkaç vidanın dışında her şey birbirine kaynamış. Dişlilerde hasar yok, ama mekanizmadaki rulmanlardan ikisinin bilye tutucuları çürüdüğü için bilyeleri dağılmış ve meydana gelen boşluk diş atlamalarını oluşturmuştu. Sökme sırasında mümkün mertebe derine inmeden sadece yukardaki üç rulmanı değiştirmeyi düşündüm. Bunun için çıkaramadığın bir rulman yatağı flanşını da matkapla çürüterek çıkardım. Ama mili çıkarmadan, milin üzerindeki rulmanı sökmek imkansızdı. Çaresiz Sistemi olduğu gibi çıkarmaya karar verip mil kovanını ve mil ile alt rulmanları yataklamalarıyla komple çıkarararak sanayide tornacı ömer ustaya gittim. Çürüterek söktüğüm flanşı, elinde bulunan eski bir fosfor-bronz flanş parçasını kullanarak yeniden yaptı. Diğer rulmanlar da, gerek ısıtarak gerek vurarak, keserek söktü ve aldığımız yeni rulmanlarla değiştirmeye başladık. Ancak yine bir problem vardı. İmalatı yapanlar borunun ucunu rulman geçecek kadar tornalamışlar rulmanları taktıktan sonra rot mekanizmasının bağlandığı kalın lamayı L şeklinde kaynatarak bir daha rulman değişimi yapılmayacak şekilde rulman çıkışını kapatmışlardı. Yeni rulmanları takmak için ya kaynak sökülüp rulmanlar takıldıktan sonra tekrar kaynatılacak veya boru üzeri boydan boya tornalanarak rulmanlar borunun öteki başından takılacaktı. Biz boruyu tornalamayı seçtik ve rulmanları takarak işi bitirdik. Burada tornacının yaptığı işi, bura şartlarında takdir ettiğime, parçayı yerine takarken pişman olmuştum. Elinde orijinal örnek olmasına rağmen delikler hatalı delinmişti. Akşam saatinde, belki gitmiştir deyip çarşıdaki nalburdan aldığım bir yuvarlak eğe ile delikleri gereken istikamette genişletmiş ve yerine takmıştım. Dişliyi yerine oturtunca, flanşın yüksekliğinde de 3.5 mm hata olduğu çıktı ortaya. Çaresiz, parçaları yeniden sökerek ertesi sabah tornacıya gittim. Allahtan cumartesi deyip tatil yapmamıştı. Elindeki işi bitirdikten sonra gerekli düzeltmeyi yaptı. Bundan sonra teknedeki montajı yapmak ve ortalığı neta etmek sadece birkaç saatimi aldı. Eşim gece otobüse binerek ertesi sabah erken saatte marinada oldu. O da, bu arada, birkaç günde yeniden özlediği torunlarımızla hasret gidermiş ve unuttuğumuz bazı eşyalarımızı da getirmişti. Sabah kahvaltısından sonra mazot vs. alıp yola çıkarak Bademli koyuna geldik. Sığlıklardan çekine, korka Ilıcanın kuzeyinde bir yere demir attık. Buraya erken ulaştığımız için ilk kez denize girip yüzdük. Bu arada kıyıya kadar gidip, orada yüzmekte olan gruba koy hakkında bilgi sorduk. Eşim onlarla konuşurken ismimle beni çağırınca, oradaki bey soyadımızı sorup internetten yazılarımızla tanıştığımızı açıkladı. Böyle tanışla karşılaşmak ayrı bir hoşluk oluyor. Engin Saygılı Bey, bizim buradan Çeşmeye gideceğimizi duyunca oranın şu sıralarda hizmet vermediğini anlattı, biz de rotamızı Alaçatıya değiştirdik. Alaçatı marina giriş isteğimize tekne boyunu sorarak cevap verdi. 10 metre deyince rezervasyonumuz olup olmadığını sordu ve olmadığı için “yerimiz yok” cevabı ile konuşmayı noktaladı. Yine, sığlıklardan korka korka, gemi şamandırasının 2-300 metre kuzeyine demir attık. Oldukça kuvvetli rüzgar estiğinden, sabaha kadar demir tarama korkusuyla tedirgin uyuduk. Ertesi gün, uzun zamandır mail grubu ve gezgin korsan forumu aracılığıyla tanıştığımız İzmirli sanayici Ahmet Semiz Beyle tanışma buluşması ümidiyle Kuşadası marinaya vardık. Ahmet Bey ve eşi hanımefendi, taa İzmirden gelerek çok büyük incelik gösterdiler. Gerek akşam yemeği davetleri ve gerekse, sıcak sohbet ve değerlendirmeleri ile eşimin bu deniz olayına karşı tedirginliğinin azalmasının yanı sıra çok iyi bir dost ve arkadaş bulduğumuzdan dolayı son derece mutlu olduk. İnşallah denizlerde tekrar buluşacağız.<br /><OBJECT id=BLOG_video-35863533e02ddce1 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="35863533e02ddce1"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-c18748362552bcab class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="c18748362552bcab"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-bd72dac2d7000a96 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="bd72dac2d7000a96"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-1cdd9de4ddb7881c class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="1cdd9de4ddb7881c"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-56998975470512338742009-08-12T05:21:00.000-07:002009-08-18T09:45:34.126-07:00İstanbuldan Göcek'e 1İstanbuldan Egeye, 27 Haziran 2009 tarihinde, acemilik devam ederken Egeye doğru ilk uzun gezi başladı. Bir hafta öncesinde, deneme seyri olarak yaptığım Pendik-Tirilye gezisini tek başıma yapmış ve hiçbir sorun yaşamamıştım. Ege gezisinde de hiçbir problem çıkmayabilirdi. Aslında daha önceleri bazı ufak problemler olmuş daha doğrusu çok ucuza gelen bazı deneyimler yaşamıştım. Bunlardan ilki, bir yıl kadar önce yani tekneyi İstanbula getirdikten bir iki ay sonra Adalar civarında başıma geldi. Oğlumla , ilk heves olarak çıktığımız, yüzme amaçlı gezide, Kınalıadaya yakın bir noktada demir atmaya niyetlenmiştik. Fakat ırgat çalışmadı. Bunun üzerine, yüzmeyi iptal edip gezerek geri döndük. Fenerbahçe Dalyandaki tonoza bağlandık yine. Uygun bir zamanda, arızalı ırgatı sökerek, okside olup erimiş rulman yuvasını yeniden yaptırıp rulmanlarını da değiştirmiştim. Bu işlemden sonra tekne, bir gece, Fenerbahçe Dalyandaki tonozu sürüklemiş, açığa giderken oradaki görevliler tekneyi çekerek geri getirmişler ve bir yedek çapayla benim gelmemi beklemişlerdi. Ben gidince, ilk defa demir atmıştık ırgatın tamirinden sonra. Ege yolculuğuna çıkana kadar da başka hiçbir yerde demir atılmadı. İkincisi ise, zehirli boya yapılması sonrası Gebze Atabay marinadan ayrıldıktan sonra oldu. Boya işi bitmiş, motoru çalıştırarak iskeleden ayrılmıştım Pendiğe doğru. Motor son derece düzgün çalışıyordu ve daha 50 metre uzaklaşmamıştım ki birden bire motor stop etti. Gaz vermek de hiç işe yaramamıştı. Hemen dümeni hızla iskeleye çevirdim. Fakat o hızla iskeleye ulaşmak mümkün değildi. İskeledekiler henüz ayrılmadıklarından olan biteni pek anlayamadılar. Ben telefonla marina müdürüne durumu anlattım. O da Eskihisar barınağından birine telefon edip yardım istedi. Biraz sonra bir motor gelerek beni iskeleye çekti. Ertesi gün Yanmar servisi geldiğinde depodaki mazotun nerdeyse bittiğini ve deponun dibinde epey su birikmiş olduğunu gördük. Bu münasebetle, depo temizlendi. Mazot filtreleri değiştirilerek enjektörlerin havası alındı ve motor çalıştırıldı. Bu büyük bir şans olmuştu benim için. Ya, motor iskeleden ikimil ayrıldıktan sonra stop etseydi ne yapacaktım. Kimden yardım isteyip, gece karanlığına kalmış olacağımdan başka ne problemler oluşacaktı? Neyse, Pendikten ayrıldıktan sonra motora takviye olsun diye yelken de açmıştık. Silivriye yaklaştığımızda, cenovayı kapatırken bir sıkışıklık oldu. Vinçle biraz fazla asılınca bir anormallik oldu. Furlingin yanına varınca anormal bir sarılma olduğunu gördüm. Biraz daha dikkatli bakınca Furlingin altındaki, dönmeyi önleyici parçanın kırılmış olduğu anlaşıldı. Tesadüfen de kırılan parçanın, kırılmış kısmını, fırladığı yerden iki metre ötede görünce, önce başka bir şey sandım. Fakat az sonra kırılmış olan parça olduğunu anlayınca, bu parçayı iki küçük lama parçası arasına sıkıştırıp vidalarla sabitleyip tekrar kullanabileceğimi düşündüm. Eşimin “İstanbula dönüp, kırılan parçayı yenileyip tekrar yolaçıkma” ısrarına rağmen, Silivride liman iskelesine bağlandık ve hemen bir tamirci bulmaya çıktık. Bir bisiklet tamircisi bile derdimize çare olabilirdi. Bir beyaz eşya servisi ve bir bisiklet tamircisi bulduk fakat bir matkapları bile olmayınca bu iş olmazdı. Bisiklet tamircisi, Ahmet Çelik işinizi yapar” dedi. Cumartesi saat akşam 7.00 civarı olmuştu. Hızla Ahmet Çelikin dükkanını bulduk. Adam, ancak yarım saatlik işini bitirdikten sonra yardımcı olabileceğini söyledi. Bunun üzerine “aletlerinizi kullanmama izin verebilirmisiniz?” dedim. Olur, deyince hemen işe koyuldum. Tam istediğim gibi bir lama parçasını verdi. Onu kesmek için demir testeresi olup olmadığını sorunca, “nereden kesilecek?” dedi. Lamayı bir örsün üzerine koydu. Sonra bir keski ve çekiç ile gösterdiğim yerden bir vuruşta, düpdüzgün kesti. Yani dükkanda demir desteresi bile yoktu. Bundan sonrasında matkap, zımpara taşı ve vida kutusunda bulduğumuz vidalarla, onun işini bitirdiği sıralarda benim de işim bitti. Tekneye gelip parçayı yerine taktım ve arka tarafından dönmesini engellemek için bir parça el incesi ile bağladım. Ve artık oldukça güzel çalıştığını görünce takımları toplayıp ertesi sabah yola devam için hazırlıklarımızı yaptık. Sabah yine erken yola çıktık. Akşam 5.00 sıralarında Mürefteye vardık. Limana bağlanıp mazot deposunu doldurduk ve ertesi sabah Bozcaadaya doğru yola çıktık. Cenova iyi çalışıyordu fakat rüzgar olmadığından motorla yol alıyorduk. Öğlenden önce Çanakkale boğazına girdik. Boğazın iki tarafında fırtına, şimşek, yağmur vardı. Fırtınanın ve direğe yıldırım düşmesi tedirginliğini yaşarken Nara burnuna yaklaştık. Burnun keskin dönüş noktasına yaklaşırken, dümen, sanki bir diş atlatması yaparak teknenin, sancak yönünde dönüş yapmasına yol açtı. Dişli veya zincir, herneyse, zorlanıp daha fazla hasarlanmasın diye dönüşe engel olmadım. 360 derece tamamlanırken fazla zorlamadan rota yönünde tutmaya çalıştım. Bundan sonra dümene, mümkün mertebe az yük uygulayarak yola devam ettik. Akşam üstü Bozcaadaya geldiğimizde de aynı hassasiyeti göstererek limana girip, demir atarak kıçtankara bağlandık. Ertesi sabah Ayvalığa yola devam ederken dümen problemini Ayvalıkta marinada çözme kararı aldık. Yeke dümen kapağını açarak yeke dümen kolunu el altına hazır ettik. Ayvalığa giriş yaparken, telsizle dümene baktırmak istediğimizi de bildirdik, bize bir tamirci yönlendirmelerini rica ettik. Bağlandıktan epey sonra yönlendirilen tamirci geldi. Duruma bakarak ertesi sabah ilgileneceğini söyledi. Akşamdan hiç değilse sökmeye başlanmasını ve durumu bir an önce anlayarak bir plan yapacağımızı söylediğimizde, “isterseniz, çocukları gödereyim, ama sökerken her şeyi kırıp dökerlerse karışmam” dediğinde, onun önerdiği gibi, ertesi sabah saat 10.00 da gelip işe başlamasını kabul ettik. Sadece, sökme takma işçiliği için istediği 800 euroyu çok fahiş bulmakla birlikte seçeneğimiz olmadığını düşünerek kabul ettik. Söz verdiği gibi, ertesi sabah saat 10.05 te geldi yanında 2 çocukla. Çocuklara, sökmeye başlamak için takım çantalarını açmalarını söylediğinde, ‘arızalı olmayan parçaların söküp takma sırasında hasarlanması halinde hasarın ona ait olacağını’ söyledim. Bunu kabul edemeyeceğini ve çocuklara takımları açmamalarını söyledi. Ve ilave etti “Fransızlara gidiyoruz”. Ben daha bir şey söyleyemeden yola koyuldular. Uzun ince bir yola girmiştim. Eşim, geldiğimiz gibi yola devam etmemizi, ya İstanbula geri dönmeyi veya önümüzdeki Çeşme vs. gibi marinalarda sorunu çözmeyi hedeflememizi önerdi. Ama bunu göze almanın riskli olduğunu düşünerek, Ayvalıkta sanayideki işyerlerinden istifade ederek problemi burada halletmeye karar verdim. İzmir nerdeyse 2 saatlik uzaklıktaydı. Ayvalıkta hallolamayacak işler için İzmire gidebilirdim. Eşim, hemen hazırlanarak akşam otobüsüyle İstanbula döndü. Ertesi sabah, marina ofisten öğrendiğim tornacı Emin ustayı görmek için Sanayi’e gittim. Emin usta işleri için İzmire gitmişti. Akşama kadar da gelme ihtimali yokmuş. Sökme işini kendim yapacaktım. Bunun için aleminyuma kaynamış sökülemeyen paslanmaz vidaları matkapla çürüterek sökmek için bir el matkapı satın aldım. Artık ihtiyaç duyduğum alet edevat ne varsa, sanayideki parçacılardan alarak işe koyuldum.<br /><OBJECT id=BLOG_video-dc9e856471653b8e class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="dc9e856471653b8e"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-7fa52c47bcec9425 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="7fa52c47bcec9425"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-90da2dc543a2e52e class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="90da2dc543a2e52e"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-48ae750bbfeed6f2 class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="48ae750bbfeed6f2"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-3c6bb2858ff2606a class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="3c6bb2858ff2606a"></OBJECT><br /><OBJECT id=BLOG_video-3efe123eb26b366e class=BLOG_video_class width=320 height=266 contentId="3efe123eb26b366e"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-47139002285588431852009-06-13T10:37:00.000-07:002009-06-21T10:56:10.702-07:00Çeşme ve sonrası İstanbulaBuraya girdiğimize göre, Transitlog, pasaport giriş, vs. işlemleri burada yapacağız. Bu arada, borda ve silyon fenerlerini de tamir etmeliyiz. Sabah, bu işler için çıkmadan, silyon fenerinin ampulünü tespit etmek gerek. Teknede direğe çıkmakta kullanılan bir koltuk var. Onu mandar halatına bağlayarak vince volta ettik. Kaptan vinci çekerken zorlandığı için, ben de, çarmıh telleri, vs. ye tutunup kendimi az da olsa çekerek, onun işini kolaylaştırmaya çalıştım. Aslında, bir de emniyet halatı kullanmam gerekirdi. Fakat, Cenova da, ana yelkende çekilmiş olduğundan, kullanabileceğimiz böyle bir hakat yoktu. Silyon fenerine ulaşıp, kapağı çıkardım. İçinden ampulu alarak gözle muayene ettim. Arızalı gibi duruyordu. Aşağıya inince ölçerek de arızalı olduğunu gördük. Önce liman başkanlığına gittik. Ellerinde transitlog olmadığını, ama, Altınyunus Oteli yanındaki Setur marinadan alabileceğimizi söyledi. Oraya gitmeden önce, ampul, vida gibi ihtiyaçlarımızı alabileceğimiz dükkana gittik. Aradıklarımız yoktu. Burada olmayan Alaçatıda pek olmaz dediler. Bunun üzerine transitlog almak için Setur Marinaya gitmek üzere taksi, minibüs vs. sorduk. Orada alışveriş için bulunan biri, kendisinin o tarafa gittiğini, bizi bırakabileceğini söyledi. Buna çok memnun olduk. Oraya vardığımızda, bir dükkanda, silyon ampulünü bulduk. Sonra marina ofisinden transitlog formunu aldık. Yürüyerek minibüse bineceğimiz “dörtyol”a yaklaştığımızda arkadan gelen minibüse binerek tekrar Çeşmeye geldik. Liman başkanı bu defa, önce sağlık kontrolu ve pasaport girişini yapmamızı, sonra gelmemizi söyledi. Sağlık kaydı çabuk bitti. Elektrikler kesik olduğu için, sadece deftere kayıt yaptı ve transitlogu damgaladı. Sonra Gümrük girişine gittik. Kaptan önden giderek işlemi başlattı. Ben oraya ulaştığımda, İtalya-Ancona’dan gelmiş feribottan çıkanların, arabalarıyla gümrükten geçiş çilesi yaşadıklarını gördüm. Kapının önünde yolcusunu bekleyen, 26 sene İsviçrede çalıştıktan sonra, iki sene önce kesin dönüş yapmış birisiyle sohbete başladık. Feribot sabah 7.00 de gelmiş saat 13.00 olduğu halde, hala üçte birinin işlemleri bitmemişti. Herhalde elektriklerin kesik olması da bunda etkendi. Ama ülkem adına üzüldüm. Bir an önce, güvenli olarak memleketine ulaşmaya çalışan insanların çoğu, bu gecikme sebebiyle, çıldırmanın eşiğinde bağırıp çağırıyor, işlemi bitip çıkanlar ise bu çileyi hemen unutup yoluna koyuluyordu. Bir süre sonra kaptan telefonla aradı. Meğer ben yanlış yerde bekliyormuşum. Ama kapıya geldiğimde oradaki görevliye, “arkadaş pasaport girişi için içeri girdi, ben de onun yanına gideceğim” deyince, “siz burada bekleyin” dedi. Ben de kaptan içeri girerken gördü de olayı hatırladı diyerek orada bekliyordum. Fakat kaptan, ilerde, Ulusoyun yanındaki başka bir girişten girmiş. Bu kadar gecikmesinin bir problemden kaynaklandığını düşünüyordum. Ama, neticede bir bahane bulup teknede duran bazı evrakları görmek istemişler. Yorgunluktan ve bitkinlik yüzünden; adamların istediği 50 milyon yerine 20 euro vermeye razı olmuş ve pasaportları damgalatmış. Öğle zamanı olduğundan liman başkanlığı kapanmıştı. Çarşıya kadar yürüyüp elektrikçi aradık. Neticede bir dükkanda havuzluğa asacak “hertaraftan görünür” bir ampul edindik. Bunu, bir dükkan sahibi, eski stop lambasının duyunu ve ampulünü kesip verdiği için halletmiş olduk. Öğlen yemeğinden sonra liman başkanlığına vardığımızda, yine bir problem vardı. Elektrikler kesik olduğundan fotokopi çalışmıyor, dolayısıyla bizim evrakların bir kopyasını alamıyorlardı. Akşam 17.30 da gelmemizi söylediler. Tam çıkarken benim aksadığımı farkedip kalktı liman başkanı “ne oldu” diye. Ben protez kullanıyorum, bir şey yok deyince de, “akşam sizin gelmenize gerek yok dedi”, teşekkür edip çıktık. Tekneye varınca ilk iş olarak silyon lambasını hallettik. Ben tekrar direğe çıkmışken, sancak gurcataya, aldığım makarayıda takıp bayrak ipini içinden geçirdim. Sonra, bayrağımızı sancak gurcataya çektik. Aldığım tekli borda feneri, kırılan büyüklüğündeydi. Plastiğin diğer tarafını keserek o kısma, çarşıdan aldığım yeşil jelatını bantladım. Böylece, kırmızı ve yeşil ikili borda feneri oluştu. Gerçi, yeşil tarafi iyi olmadı ama, artık idare edeceğiz. Fakat lamba yanmadı. Sonra arızanın nerede oldğunu arayınca, zincir mahallinden ulaşılan bir noktada bağlantı klemensini buldum. Klemens de, teller de yıllarca tuzlu ortamda korozyona uğrayıp kopmuştu. Kaptan, liman başkanlığına gidince, klemens de aldı ve o işi de halledip borda fenerini de çalıştırmış olduk. Hava durumu, yarın sabah yola çıkmamıza müsait değil. Belki öğlenden sonra çıkabiliriz kararı veriyoruz. Akşamdan marinanın hesabını kapatmıştık. Sabah 05.30 gibi yola çıktık. Hava sakin ve rüzgarsızdı. Önümüzde oldukça uzun bir yol vardı. Midillinin doğusundan yolumuza devam ettik. Midillinin kuzeyine yaklaştıkça rüzgarda artmaya başladı. Bozcaadaya kadar durmayı düşünmediğimizden sadece motorla yolumuza devam ettik. Assosun uzağından, Babakalenin ise yakınından geçtik Kaptan, Bozcaadadan mazot almayı planlıyordu. Oradaki akaryakıt istasyonunu arayarak gece 11.00 civarında limanda olacağımızı ve mazot almak istediğimizi söyledi. Tamam dediler bizi bekleyeceklerdi. Gece yarısı vardığımızda beklemedikleri anlaşıldı. Kaptan tekrar aradığında geleceklerini söylediler. Ama yarım saatten fazla beklediğimiz halde hala yoklardı. Sabah yine erken kalkacağımızdan hemen yattık. Tam uykuya daldığımızda, kaptanın telefonu çaldı, gelmişlerdi. Kaptan kalkıp dışarı çıktı. Biraz sonra geldiğinde, tankerin kısa hortumla geldiğini ve hortumun tekneye yetişmediğini söyledi. Mazotun Çanakkaleye kadar yeteceğini düşünüp mazot almaktan vazgeçmiş. Sabah, Bozcaadadan erken çıktık. Çünkü birgünde Çanakkale boğazından geçip Marmarada Hoşköy veya Şarköye varmak istiyorduk. Öğle civarı Çanakkaleye vardık. Mazot ikmalini ve alışverişi bitirdikten sonra tekrar yola çıktık. Akşamüstü boğazdan çıktık. Anlaşılan karanlığa kalmıştık yine. Rüzgar lodos olduğundan kaba dalga vardı ve tekne çok sallanıyordu. her şeye rağmen Hoşköy balıkçı barınağına girmeye niyetlendik. Ancak gece yarısından sonra saat 01.00 gibi varabildik. Metruk bir yer izlenimi veren barınağa varınca, dikkatlice soluganlardan korunmak için içeri girmeye başladık. Fakat salma dipteki birkaç kaya parçasına dokununca vazgeçip biraz geriye çıktık. Buradada başımıza “oturma” sıkıntısı çıkabilirdi. Birkaç saat tedirgin ve rahatsız bir şekilde uyumaya çalıştık. Sabah saat 05.00 olmadan ayaklandık ve yola çıktık. Denizde güneşin İstanbul tarafından doğuşunu seyrederek Silivriye doğru kıyıya yakın bir seyire başladık. Şarköy, Tekirdağ , Marmara Ereğlisi geride kaldı. Silivride bir yakınımız Metin Beyin çift direkli yelkenli teknesi "İsis" yaz sezonuna hazırlanıyordu. Biz de onun yanına bağlanacaktık. Metin Bey ve kaptanı Oktay Kaptan bizi karşıladı. Artık İstanbuldayız.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-21fcdd76b45c6ec8 height=266 width=320 contentId="21fcdd76b45c6ec8"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-89ef22bbad4a2254 height=266 width=320 contentId="89ef22bbad4a2254"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-ad7d910f8103bcb4 height=266 width=320 contentId="ad7d910f8103bcb4"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-fd8e4dd5a076c893 height=266 width=320 contentId="fd8e4dd5a076c893"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-f6d6fc32e18559ad height=266 width=320 contentId="f6d6fc32e18559ad"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-ad4bb9eebccbc55b height=266 width=320 contentId="ad4bb9eebccbc55b"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-21774125984650165472009-06-05T10:14:00.000-07:002009-06-13T10:36:25.895-07:00Androstan ÇeşmeyeAndrostan sabah saat 06.00 da hareket edecektik. Saat 05.30 da haşlanmış yumurta ve beyaz peynirle kahvaltı yapıp, 05.45 te demir aldık. Demiri, dümen mahallinden vira ettik. Sigorta devreyi kesmeden demir toplandı. Fakat bu defa, baş taraftaki kontrollar çalışmadığından, demiri yerleştirmek zor oldu. Biraz tornistan yapıp sahilden uzaklaştıktan sonra dümen kırıp, liman çıkışına yöneldik. Kaptan “hareket etmiyormuyuz?” dedi. “Yoo, gidiyoruz.” Diye cevap verdim. O, GPS ye bakıp, “hareket etmiyoruz” dedi, bu sefer. Bu sefer tam yol verdik makinaya. Fakat, evet, hareket etmiyoruz. Dümeni, sağa sola kırarak, tornistan yaparak, tam yol çalıştırarak ilerlemeye çalıştık. Tekne oturmuştu!... Tekrar dümen kırarak, tornistan yaparak, kurtulmaya çalışmalarımız sonuç vermiyordu. Nasıl olmuştu bu iş? Aynı yoldan, 3 metre su ile gelmiş, 2,5 metreyi görünce demirlemiştik. Bulunduğumuz yer, 3 metre su olan yerlerdi. İlk gelişimizde buradan girmiştik. Sonra ayrılmış, rıhtıma gitmiş, 3 saat kalıp geri dönünce, yine aynı yere demirlemiştik. Tek bir ihtimal geliyordu aklımıza şimdi. Biz demirledikten sonra gelen feribotlar, küçücük alanda, güçlü makinalarıyla yaptıkları manevralarla, kaldırdıkları kum ve çamur, arkamızdaki alanda “topuk” yapmıştı. Şimdi, kurtulamazsak balıkçı teknelerinden, liman ilgililerinden, yardım istemek zorunda kalacaktık. Bu bize, yüklü bir paraya mal olabilirdi. Diğer taraftan, bir gün sonra havanın fırtınamsı olacağını öğrenmiştik. Yola hemen çıkamazsak, en azından 4-5 gün daha beklemek zorunda kalacaktık. 10 knot civarında bir rüzgar vardı. Kaptan önce yelkeni açtı. Bu doğru bir hareketti. Tekne biraz yan yatarsa, salma yana doğru yükselince kurtulabilirdik. Diğer taraftan, bir gün önce doldurduğumuz, 300 litre suyu da boşaltmaya başladık. Makina tam devire çıktığında dümen mahalli, hatta bütün tekne, zangırdıyordu. Motorun ne kadar güç ürettiğini, ilk kez hissettim. Tekne yerinde dönüyor, etrafımızdaki sular, çamurlu, karma karışık bir görünüm alıyordu. Bir kaç dakika sonra, teknenin hareket ettiğini hissettik. Kurtulduk. Oooh! Çektik. Rahatlamıştık birden, üzerimizden, sanki çok ağır bir yük kalkmıştı. Kaptan, “daha da kurtulamasaydık, yardım istemeden önce yapılacak bir çok şey vardı” dedi. Bunlar arasında Tekneden bir çok ağırlığı bota yükleyip hafifletmek, botla , çapayı götürüp ileri bir yere atarak, ırgatla tekneyi çekmek de vardı. Neyse, kurtulduktan sonra hemen çıkışa yöneldik. Yalnız bu operasyon bize, bir saate yakın zaman kaybettirmişti. Hava istediğimiz gibi olmazsa, Çeşmeye varmakta çok geceye kalırdık, bu da ilave yorgunluk ve eziyet olurdu. Hava, dalga ve rüzgar tatminkardı. Umduğumuzdan daha rahat bir yolculukla, akşam saat 18.30 civarında, sakız adasının güneyinden çeşme ye doğru döndük. Burada sular çok sakin ve rüzgarsızdı. Cenovayı toplayıp, motorla devam ettik. Çeşmeye yaklaşınca, cep telefon ayarlarımızı Türkiye için değiştirdik. Kaptan, telefonla hava durumunu sordu, Sabaha kadar iyi bir hava işareti alınca, o da, “yola devam etsek mi?” diye düşündü. Ben de bir an önce gitmek taraftarı olduğumdan, Ayvalık’a doğru yöneldik. Kaptan, “borda fenerleri de yanmıyor” “ışık olmadan gidemeyiz, sen yukarıya bir ışık yapabilirmisin” dedi. Teknede, çakmak mahalline takılarak çalıştırılan, kulplu bir fener vardı. Dümen mahalline, el GPS’i için çektiğimiz kabloya bu ışığı da bağladık. Bu kablo, yeterli değildi. Fakat yapacak başka birşey yok, deneyecektik. Işık iyi çalıştı. En arkada, toplanmış olan güneşlik demirine bağladık, artık bizi karanlıkta görebilirlerdi, bu çok önemliydi. Çünkü bu civarda çok trafik vardı. Biraz aşağı indik, uzun bir gece olacaktı. “Karaib korsanlarına döndük” dedim, “borda fenerleri nasıl bozuldu anlamadım, bu kadar da olurmu?”. “Kırılmış” dedi kaptan, nasıl olmuşsa.. Yola devam ediyorduk. Fakat, birkaç mil gittikten sonra, teknenin başı, yine inip kalkmaya, balyoz gibi suyu döğmeye başladı. Zaten oldukça yorulmuştuk. Rotayı Çeşme Marinaya çevirdi kaptan. Saat 22.30 civarı marinaya bağlandık.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-4d7e520e0b2dcbd1 height=266 width=320 contentId="4d7e520e0b2dcbd1"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-3a75667384abbcbb height=266 width=320 contentId="3a75667384abbcbb"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-21436427941390749862009-06-04T09:45:00.001-07:002009-06-08T10:25:42.620-07:00AndrostayızKumanda paneline bakarken içinde , üzerinde “water” yazan bir gösterge gördüm. Ve, ibre “E” (empty) de duruyordu. Demekki kullanma suyumuz bitmişti. Şimdi ne yapacaktık? Buradan hemen gidemeyeceğimize göre su, kumanya gibi ihtiyaçlarımız karşılanmalıydı. Kaptan, “ben yarın sabah liman başkanına gider durumumuzu söylerim, bize ihtiyaçlarımız için izin verir” dedi. Ertesi sabah, kalkınca dingiyi çözüp suya indirdik. Kaptan kürekle sahile gidip dinghy’i bağladı ve yürüyerek (evraklarla birlikte)liman başkanlığına gitti. Yanına aldığı cep telefonuyla, 10.30 ile 13.30 arası için müsaade aldığını söyledi. Hemen demiri alıp rıhtıma abord olduk. Biz rıhtıma doğru giderken, liman girişine yaklaşmakta olan feribot az sonra gelip hemen yakınımıza kıçtan bağlandı. Henüz saat 10.20 idi. Ve anlaşılan 15 dakika erken gelmiştik. Çünkü hemen ardından ikinci feribot da diğer yanımızdaki yere kıçtan muhteşem bir manevrayla bağlandı. Manevra sırasında kum boşaltmakta olan bir kum kosterine 5-10 cm hata ile dokundu. Kendi etrafında dönerken, kum kosterine dokunduğu sırada, diğer feribotun bordasına uzaklığı, 2-3 metreden fazla değildi. Mutlaka baş tarafta manevra pervanesi vardır diye düşündüm. Çünkü böyle manevraya, baş pervanesiz cesaret etmek binde değil, bence milyonda bir ihtimaldi. Adamlar, scooter kullanır gibi, koskoca feribotları vızır vızır gezdiriyorlardı. O da bağlandıktan sonra, kaptan, mazot bidonlarını doldurmak için, benzinciye gitti. Döndüğü sırada, birinci feribot arka kapağını kaldırıyordu. Birden, kapak üstünde iki kişinin, siddetli el kol hareketleri yaparak birbiriyle tartıştığını gördük. Sahilde, çekici üstündeki otomobili farkedince durum anlaşıldı. Adamın arabası yüklenmeden adam feribot içinde kalmıştı ve dışarı da çıkamamıştı. Sıkıntılı bir duruma şahit olmuştuk yine. Tatlısu deposunu kıyıdaki su vanasından hortumla doldurduk. Sonra kaptan mazot doldurma işlerine devam ederken ben 4 gündenberi ilk defa duş yaptım. Sonra eksilen suyu yeniden tamamladık. Bu sırada mazot aldığı istasyon sahibi bizi kahve içmeye davet etmiş. Kaptan “arkadaşım” dedi. “Her gelişte uğrarım”. Ben giyindiğim sırada adamın teknenin yanına gelmiş olduğunu gördüm. Arkadaşın da gelsin demek için gelmiş. Halbuki istasyonu idare eden oğlu, beni de davet etmiş, adam belki yanlış anlama olmuştur diye gelmişti. Tekneyi kitleyip, benzin istasyonuna yürüdük. Bizi güleryüzle karşıladılar. Oturduk. Nasıl kahve istediğimizi sorunca “Orta şekerli Türk kahvesi” istedik. Su ile birlikte geldi kahveler. Hanımı “eski İstanbullu” imiş. İstanbulda İngiliz konsolosluğunun aşağısında oturmuş eskiden. Ama şimdi bir işi için Atinadaymış. Çok iyi Türkçe konuşuyormuş. Adam, benim gibi 66 yaşındaydı. Eskiden Atinada oturuyor, Andros’a yazlık evlerine tatil için geliyorlarmış. Hanımı çalıştığı Lufthansa’dan emekli olunca, oğlu için burada bir benzinci açmış. Şimdi, oğlunun işinde ona yardımcı oluyor ve torunları ile ilgileniyormuş. Bana göre çok genç görünüyorsun dedim, sevindi. Liman başkanı arkadaşıymış. Onu arayarak, gidene kadar rıhtımda kalmamıza müsaade etmesini rica etti. Ama birazdan 7-8 adet yelken yarışı yapan tekne gelecekmiş. Bağlanacakları yer olmadığından, yapabileceği birşey olmadığını söylemiş. Biz zaten alargada rahat etmiştik, hiç sorun değildi. Biraz sohbetten sonra, internetten hava durumuna da bakıp, müsaade istedik. Biraz alışveriş yapıp, sonra bir lokantada öğle yemeği yedik. Teknenin yanına vardığımızda ilk yelkenli yanaşmış, ikincisi kıçtan yaklaşıyordu. Hemen halatları alıp, ilk demir attığımız yere geri döndük. Kaptan, demir almadan önce, tekrar gittiği benzincide tazelenen hava durumu tahminine bakmış. Durum, ertesi sabah yola çıkacağımızı gösteriyor. Bugün öğleden sonra dinlenip, uyuyup, sabah erkenden yola çıkacağız.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-84728c6449930ddb height=266 width=320 contentId="84728c6449930ddb"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-fb13bba5847f4191 height=266 width=320 contentId="fb13bba5847f4191"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-64799f4bbfe04ed0 height=266 width=320 contentId="64799f4bbfe04ed0"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-589ee25da9786c7c height=266 width=320 contentId="589ee25da9786c7c"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-60691190697408527652009-05-22T06:01:00.000-07:002009-06-04T09:44:44.995-07:00Androsa gidiyoruzSabah ilk iş olarak, birşeyler yedik ve motoru çalıştırmak istedik, ama marş almadı. Yine metal parçası ile çalıştırdık. Yola çıktıktan bir saat kadar sonra rüzgar şiddeti 20-25 knotlara çıktı. Teknenin başı yine balyoz gibi dövmeye başladı denizi. Zaten geceden gelen yorgunluk da üstüne eklenince kaptan yeni geçtiğimiz bir adanın arkasına “dönsemiydik acaba?” diye hayıflandı. Fakat ben de dönme taraflısı olmayınca mücedeleye devam ettik. Akşamüstü saat 16.30 gibi Andros limanına girdiğimizde derin bir oh! çektik. Vizemiz vs. olmayışından bir sıkıntı doğmasın diye alargaya demir attık. Sonrasında ortalığı toparlamak, mazot deposuna yedek mazotu boşaltarak yolda yapılması zor işleri bitirdik. Marş arızasının push button da olduğunu tespit ettik ve butonu, somununu sökerek dışarı doğru uzattık. Artık bağlantı noktalarını tornavida ile kısa devre ederek, motor kompartımanını açmadan çalıştırabiliyorduk motoru. Akşamüstü yine makarna yapıp üzerine kaşar doğrayarak yedik. Cep radyosundan naklen süperlig maçlarını dinledik. Daha sonra, Yunan TV sinde bir maç nakli seyrettik. Sonra da yatıp uyuduk. Zira İstanbuldan ve VHF den aldığımız bilgiler, yola çıkmamamız gerektiğini gösteriyordu.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-bca988d067d3b4a0 height=266 width=320 contentId="bca988d067d3b4a0"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-3b68074ebfcff575 height=266 width=320 contentId="3b68074ebfcff575"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-76852324953493627382009-05-21T10:29:00.000-07:002009-05-29T08:00:06.826-07:00Korint kanalını geçiyoruzSaat 11.00 civarı, Korint kanalına geldik. Burada trafik, tek yönlü idi. Bir konvoy bir yönde geçiyor, ardından diğer yönde geçeçek konvoya yol veriliyordu. Kanal girişine yaklaşınca kaptan, telsizle batıdan doğuya geçiş yapacağımızı bildirdi. Yirmi dakika kadar sonra, gelmekte olan kargo gemisini takip etmemizi söylediler. Kanal genişliği 15 metreden fazla değildi. Yer yer 50 metreye varan dik kenarları yüzünden, GPS zaman zaman “sinyal yok” alarmı veriyordu. Kanal üzerinde çok sayıda köprü vardı. Bazılarında, kanal girişinde, restaurant ve kıyıda olduğu gibi turistler, gelip geçen teknelere bakıyor, kanaldaki seyir trafiğini izliyordu. Çok sayıda turistin biriktiği bir tanesindekilere, şapkamı salladım. Çok sevindiler ve hepsi el sallayarak cevap verdiler. Saat 13.00 gibi kanalın çıkış noktasına ulaştık. Burada, tekneyi rıhtıma bağladıktan sonra kaptan, evrakları alarak para ödemeye gitti. Geçiş için 118 euro aldılar. Bu noktada mazot ve su bulacağımızı ümit ediyorduk. Hiçbiri yoktu ve beklemeksizin, Andros adasına ulaşmak amacıyla yola çıkacaktık. Ama marş basmadı. Bu durumu daha öncede yapmış, birkaç denemeden sonra çalışmıştı. Bu defa, marş motoruna ulaşarak, otomatiğin kontaklarını, bir metal parçasıyla kısa devre yaptık ve motor çalıştı. Bu durum, marş otomatiği, marş butonu veya starter aküden kaynaklanan bir arızayı işaret ediyordu. Yola çıktıktan sonra problem üzerinde düşünmeye devam ettik. En kısa sürede bu arızayı bulmak ve gerekeni yapmak icabediyordu. Atina açıklarını geçinceye kadar, rüzgar yoktu, ya da hafif esiyordu iskele bordadan. Bir süre sonra kuzeye dönecektik. Kaptan, daha önceleri yaşadığı tecrübelere dayanarak, kuzeye dönünce pruvadan rüzgar almaya başlıyacağımızı, bu yorgunluk üzerine yapacağımız bir gece yolculuğunun, riskli olabileceğini söyleyince, uygun bir kuytuya sığınma kararı aldık. Gecenin karanlığında balık çiftliklerininde bulunduğu bu kuytuya, çok yavaş ve dikkatli bir şekilde yanaştık ve demir attık. Gece, gündüzden kalma soluganlar yüzünden, tekne çok sallandı. Bu sebeple rahat bir gece olmadı.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-2ba5b8607e199f7e height=266 width=320 contentId="2ba5b8607e199f7e"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-91ac04db13e9fda6 height=266 width=320 contentId="91ac04db13e9fda6"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-f23c306cc5878c48 height=266 width=320 contentId="f23c306cc5878c48"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-f6274a40ec80ec2e height=266 width=320 contentId="f6274a40ec80ec2e"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-c3d06df0368c149e height=266 width=320 contentId="c3d06df0368c149e"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-2716120984678787902009-05-18T09:11:00.000-07:002009-05-23T05:28:44.757-07:00Levkas'tan Korint'eLevkas kanalı bitince deniz genişledi. Sakin ve rahat bir yolculuk yapmaya başladık. Patras körfezine girdikten sonrada rahat yolculuğumuz devam etti. Fakat burada feribot trafiği hayli yüksekti.Brindisi-Patras arasında çalışan hızlı feribotlar, hem değişik firmalara aitti, hem de kimisi çok hızlı kimisi daha yavaştı. Onların trafik yolundan, mümkün mertebe uzak seyrettik Fakat, burada uyumak olmazdı. Kaptan,”bir zamanlar, gece yolculuğu sonunda rıhtıma yanaşan feribotun demirine takılı yelkenli direği görmüşler” diye anlattı. Bu, insanı ürperten olayın arkasında herhalde, Adriyatikte kaybolan ve kendisinden haber alınamıyan bir yelkenli vardı. Patrasa geldiğimizde gece olmaya başlamıştı. Saat 22.00 civarında, ışıklandırılmış Patras köprüsüne yaklaştık. Köprünün dört ayağı vardı. Ayakların yukarı uzantısına takılı, değişik açılarda yerleştirilmiş askı telleri, mavi ışıklarla aydınlatılmış yelpazeleri çağrıştırıyordu. Bu sabit bir asma köprü idi. Yaklaşınca kaptan “traffic control, traffic control, this is vanda” diye köprü trafik kontrolunu aradı. Onlara batıdan doğuya geçmek istediğimizi, boy ve direk yüksekliğimizi bildirdi. Trafik kontrol, 5-10 dakika sonra, köprünün sağ tarafında bulunan iki ayağın arasından geçebileceğimizi söyledi. Köprüyü geçtikten bir süre sonra tekrar geriye baktığımda mavi ışıkların söndürülmüş olduğunu gördüm. Anlaşılan gece 12.00 dan sonra, süs ışıkları söndürülüyordu. Burada saatlerin, Hırvatistan ve İtalyaya göre bir saat ileri olduğu anlaşılıyordu. Köprüye geldiğimizde Hırvatistan saati ile, saat 10.00 ı geçiyordu. Fakat yerel saatle, Türkiye gibi saat 11.00 ı geçiyordu. Bundan sonra feribot trafiği de yoktu. Çünkü, feribotların, Brindisi ile Patras arasında taşıdıkları vasıtalar, Patrasa iniyor, buradaki köprüden geçerek, Yunanistan ve Türkiyeye gidiyor veya geliyordu. Uykum gelmişti artık. İnip yattım. Sabaha karşı, 03.30 gibi uyandım. Giyinip yukarı çukunca, kaptan sevindi. O da gidip yattı ve 4-5 saat kadar uyudu. Çok sakin ve güzel bir gün ağarması yaşadım. Bir ara hemen yanımda başlayan, bir yunus hareketliliği farkettim. Arkada, birçok yunusun atlaya, zıplaya hareketliliği devam etti. Anlaşılan, bir balık sürüsü katliamı görmüştüm. Kaptan uyanıp yukarı çıkınca, bu katliamdan bahsettim. O da son zamanlarda, koruma altında oldukları için popülasyonu çok artan yunuslar yüzünden, balık miktarının azaldığını, balıkçılar kadar, diğer ilgililerin de bu durumdan şikayetçi olduklarını duyduğunu söyledi. Özellikle Yunanlı balıkçılar bu durumun düzeltilmesi için girişimlerde bulunuyormuş.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-d55904def2bbc7fc height=266 width=320 contentId="d55904def2bbc7fc"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-1c1a2e603d69bece height=266 width=320 contentId="1c1a2e603d69bece"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-46a7be674d8796ff height=266 width=320 contentId="46a7be674d8796ff"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-1f7fe62278078715 height=266 width=320 contentId="1f7fe62278078715"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-85dda5b127651169 height=266 width=320 contentId="85dda5b127651169"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-f0c3b634b4792f7c height=266 width=320 contentId="f0c3b634b4792f7c"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-9b0b167fc3cb805d height=266 width=320 contentId="9b0b167fc3cb805d"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-1394b05901923dcb height=266 width=320 contentId="1394b05901923dcb"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-7f9e046fdc1eea3b height=266 width=320 contentId="7f9e046fdc1eea3b"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-18440155741698538172009-05-08T21:29:00.001-07:002009-05-10T21:27:16.087-07:00Otranto'dan Levkas'aOtrantodan sabah 06.00 da hareket ettik. Yine açık deniz vardı önümüzde. Rüzgar, Korfuya kadar sancak baş omuzluktan 15-20 knot esecekti. Sonraları ve biz geçtikten sonra 25 knot’a kadar çıkacaktı. Yola çıkmazsak, daha uzun bir süre çıkayacaktık. Sabahın erken saatlerinde, rüzgar çok azdı. Fakat açık denizin soluganları, teknenin başını kaldırıyor, teknenin başı, sonraki dalga boşluğuna, küt diye düşüyordu. Zamanla, rüzgarın hızı artmaya başladı. Artık teknenin başı, daha fazla kalkıyordu. Sonrasında da daha yüksekten düşerek su yüzeyine çarpıyor, baş tarafa balyozla vuruluyor gibi darbeler uyguluyordu. Televizyon, inverter vs. gibi elektronik cihazlar büyük darbe alıyordu. Bozulacaklar diye endişe ediyordum. Bu atlayıp zıplamalar sırasında, değil birşeyler hazırlayıp yemek, salona inmek bile çok zordu. Ara ara cenovayı açma imkanı bulduğumuzda da tekne, zaman zaman, iskele tarafa 30-40 derece yatıyordu. Akşama yakın Ohori adasına geldik. Adanın kuzeyinden, sahile yakın giderek adayı siper ettik. Yarım yolla adaboyunca ilerlerken, kaptanın hazırladığı yemeği yedik. Daha sonra Korfu adasının kuzey ucunu dönüp, Arnavutluk ile ada arasından güneye inmeye başladık. Hava düşmüş olduğundan, nispeten rahat bir seyirle bütün gece yola devam ettik. Ben, akşam 10.00 gibi, yatmaya gittim. Kaptan, uyku tulumuyla yukarda yattı. Bu bölgede pek trafik olmadığından, o da bir şekilde uyuyordu. 15-20 dakikada bir uyanıp bakıyor, sonra yine uyuyordu. Otopilot işini iyi yapıyordu. Sabaha karşı ben giyinip yukarı çıkınca, kaptan aşağı kamarasına inip uyumayı denedi. Cuma günü, saat 08.15 cvarında Levkas köprüsüne geldik. 200 metre kalana kadar, bütün dikkatime rağmen geçeceğimiz kanal girişini göremedim. Sanki süreklilik gösteren bir kumsala dalacaktık. Son anda, kumsalın, bir noktadan koptuğunu gördüm. Kopuk yerden sağ tarafa doğru su yolu devam ediyordu. Fazla geniş olmayan yolda 500 metre kadar ilerleyince köprü göründü. Üstünden vasıtaların işlediği 4-5 metre genişliğindeki köprüden geçebilmemiz için, köprünün açılması gerekiyordu. Saat başlarında açıldığı için 45 dakika bekledik. Sonra, geçiş yapan vasıtalar durduruldu. Köprü kapağı kalkmaya başladı. Aynı anda geçeceğimiz açıklığın artmaya başladığını farkettim. Büyük kısmı yüzer duba olan köprü gövdesi de bir eksen etrafında dönerek 30-40 metrelik bir açıklık oluşturdu. Hemen harekete geçerek ilerlemeye başladık. Aynı anda, karşı tarafta bekleyenler de, geçişlerine başladılar. İlerde Levkas marinası girişindeki istasyondan eksilen mazotu tamamladık. Fakat, ayrıldıktan sonra, su deposunu doldurmadığımız için hayıflandık. Dar kanalda yola devam ederken, karşı taraftan gelen yatlarla çok yakın geçişiyorduk. O yatlarda bulunanlar hizamıza gelirken kollarını havaya kaldırarak selam veriyorlar, biz de aynı şekilde mukabele ediyorduk.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-7a2a5a43e78a5094 height=266 width=320 contentId="7a2a5a43e78a5094"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-a4302f0f8c65d17f height=266 width=320 contentId="a4302f0f8c65d17f"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-e9dd08461c5fbcb2 height=266 width=320 contentId="e9dd08461c5fbcb2"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-428796dc788240c3 height=266 width=320 contentId="428796dc788240c3"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-8c12e70c762fda30 height=266 width=320 contentId="8c12e70c762fda30"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-b99da852ebae8cf8 height=266 width=320 contentId="b99da852ebae8cf8"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-7ee44a93baad4ea height=266 width=320 contentId="7ee44a93baad4ea"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-59945283370294842462009-04-29T10:02:00.000-07:002009-05-01T09:17:05.812-07:00Otranto' dayızKaptan da fazla uyumadı. Ama uyanınca, yola devam etme taraflısı olmadığı çıktı ortaya. Aslında Korfu bir solukluk yol gibi geliyor bana. Fakat kaptan rüzgarın güneyden esecğini, ve sancak baş omuzluktan geleceğini, bunun ilerlemeyi zorlaştıracağını söyledi. Ayrıca dört gecedir yol aldığımızı, beşinci gece yola çıkmak istemediğini söyledi ve yola çıkmama kararı verildi. Öğleye yakın, Guardia Costeriere(sahil muhafaza)dan geldiler. Balıkçıların ve feribotların bağlanacağı yerdeymişiz. Yerimizi değiştirmemizi istediler, ayrıca pasaportlarımızı da aldılar. Bir süre sonra pasaportlarımıza, deniz yoluyla Otrantoya giriş damgası vurulmuş olarak getirdiler. Halbuki vizemiz yoktu. Normal giriş damgası olmamalıydı. Ben, yine de sahile çıkmak istemiyordum. Bir aksilik çıkabilir ve vizemiz olmadığı için sıkıntı yaşayabilirdik. Kaptan; “Otranto’ya giriş damgasını vurduklarına göre sorun olmaz” dedi. Zaten kendisi, “denizcilere birşey diyemezler, ilaç almaya gittim derim” diyerek markete vs gidip geliyordu. Neticede ben de ikna oldum ve çarşıya çıktık. Giderken hala bir yerde gümrüklü sahadan çıkış kapısı olacak, pasaport kontrolu yapacaklar diye bekledim. Fakat ne kontrol, ne başka birşey vardı. Marina girişinde bile bir giriş kapısı yoktu. Birkaç lokantanın önünden geçip, sahil boyunca yürüdük. İlerde kalenin dışından kestirme merdivenden çıkıp, turistik eşya satan dükkanlar, küçük kafeterya ve lokantalarla dolu eski kale içi şehrine vardık. Kalenin üstünden bakınca bütün liman ve marina ayaklar altında görünüyordu. Kaptan; “sana şurada bir bira ısmarlıyayım” dedi. Ben pek istekli olmayınca; ”bir daha buralara gelip bir bira içme şansın olurmu bakalım” dedi. Doğru söylüyordu. Bu bir anı olarak kalacaktı. Kalenin üstünde sayılan cafe-barın dışardaki bölümünde oturduk. Limanı, denizi seyrederek biralarımızı içtik ve kalktık. Yürümeye devam edince, asıl şehire geldik. Burası, bankalar, modern dükkanlar ve otelleriyle bir turizm şehriydi. İnternet ve fax. Hizmeti veren bir dükkana girip maillerimize baktık. Tekneyi satın aldığımız kişi evrakları hazırlayıp göndermemiş, henüz bir mail yok. Biraz hava durmuna baktık. Aslında bence hala gidilebilir bir durum vardı. Ama artık akşam olduğu için yola çıkmayı ben de istemiyordum. Tekrar geldiğimiz yoldan tekneye döndük. Ertesi gün 30 nisan Çarşamba. Sabah küçük bir kapta su ısıtarak sallama çay yaptık. Ama sular çok kireçli. Kaynamış suyun üstündeki kireç tabakasını çay kaşığıyla biraz gidererek çay demleyip, zeytin, peynir, yağda yumurta yedik. Artık vizesi olan normal turistler gibi çıkıp şehre gitmeye karar verdik. Kaptan, şehrin kenarında Pazar kurulduğunu söylemişti. Burada pazaryeri görmek ilginç olur diye düşündüm ve kameraya çekmeyide düşündüm. Giderken kameranın pilinin bittiği anlaşıldı. Aksilikti bu. Fakat kaptan gidip şarj aletini alayım, bir dükkanda şarj ederiz biraz dedi. Aslında kaptanın düşüncesi, dalgıç elbisesi satan bir dükkandan, ucuz varsa, bir elbise almak ve teknenin altını temizlemekti.Bu bizim hızımızı enaz yarım mil artırabilirmiş. Daha sonra elbise, benim dalış elbisem olacaktı. İşte kamerayı, elbise alırken rica edip şarja takacaktık. Ben yürümeye devam edecek, akşamki internet kafe önünde onu bekliyecektim. Yavaş yürümek benim içinde iyi olacaktı. Çok beklemem gerekmedi. İnternet kafeye girip maillerimize baktık. Benim için bir haber yoktu. Fakat kaptana bazı teklifler gelmişti ve bir an önce Türkiyede olsam iyi olur demeye başladı. Birisine mayısın 9’unda başlama koşuluyla teklif yazdı. Hava durumuna biraz daha detaylı baktık. Perşembe sabah yola çıkmazsak sonrası daha da kötü olabilir görünüyordu. Sonra pazara doğru yürüdük. Dalgıç elbisesi satan yer gerilerde bir yerdeydi. Ama bir başkasına rastlama ümidimiz de vardı. Fakat olmadı, başka dükkana rastlamadık. Pazar, küçük bir sokakta kurulmuş, genelde yiyecek satanlardan ibaretti. Bütün satıcıların satış fişi veren yazarkasa kullandıklarını gördüm. Birkaç yüz metre ilerde ise genelde giyim (gıda dışı) satanların olduğu başka bir pazaryeri vardı. Oraya da baktık. Ben 20 euro dedikleri, ucuz bir spor ayakkabı denedim. 15 euro teklif ettim, kabul ettiler ve aldım. Fiş vs. vermediler, ben de istemedim. Daha sonra bir marketten ve dönüş yolundaki gıda pazarında biraz alışveriş yapıp döndük. Dönüş yolunda, dalgıç elbisesi satan yeri aradık, fakat öğleden sonra saat 4.00 te açılacağını öğrenince elbise işinden vazgeçtik. Pasaportu damgalayanlar, gitmeden kendilerine haber vermemizi istemişlerdi. Yarın sabah çıkacağımız için, kaptan, pasaportları alıp haber vermeye gitti. Vardiya değişmiş, başka görevliler gelmişti. Bizim vizelerimiz olmadığını farketmişler ve daha sonra pasaportları veririz deyip kaptanı göndermişler. Bir saat kadar sonra geldiler, kaptana birşeyler söylediler. Ben teknenin küçük peceresinden durumu izliyordum. Görevli ikidebir telefonuyla konuşuyor, kaptanın yüzü gülmüyordu. Görevliler tekrar gittiler. Kaptanın da canı sıkılmıştı. Artık o da bir an önce çıkıp gitmek istiyordu. Epey sonra pasaportlarımızı getirdiler. Bastıkları dörtköşe giriş damgasının her kenar çizgisine dik, küçük birer çizik atmışlar. Böylelikle giriş damgasını iptal etmiş oldukları yorumunu yaptık aramızda. Akşam yemeği olarak, patates haşladık. Bir soğanı doğrayıp ikiye böldük. Ben soğanı, tereyağda kavurarak patatesleri küp doğrayıp kavrulmuş soğanla karıştırdım. Kaptan, haşlanmış bir yumurta da ekleyip salata şeklinde yedi. Artık yarın sabah, tahmini olrak 56 saat durmadan yol almayı planladığımız yolculuk için yatıp uyuyacağız.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-79b3ed74c452eb1b height=266 width=320 contentId="79b3ed74c452eb1b"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-fd80f63bdcf2d681 height=266 width=320 contentId="fd80f63bdcf2d681"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-90647515897214501502009-04-21T08:58:00.000-07:002009-04-23T01:14:24.182-07:00Dubrovnikten Otranto'ya27 nisan Pazar sabahı saat 9.00 gibi uyandık. Bir şeyler hazırlayıp yedikten sonra Kaptan yeniden uyumaya gitti. Bu gün mazot aldıktan sonra hava müsaitse yola çıkabiliriz. Henüz banyo yapamadım. Duş-tuvalet olarak kullanılan kısım çok dar. Bakalım duşu kullanabilecekmiyim. Uygun bir zamanda bunu deneyeceğim herhalde.... Kaptan, öğlen 1.00 da uyandı. Demir alıp(bu defa “demir alırken ileri hareket versek daha iyi değilmi?” dedim. Tamam sen ileri hareket ver deyince, hafif yol ileri verdim. Hiç sigorta atmadan demir toplandı.) mazot için harekete geçtik. İstasyona gelince, oradaki görevli, Pazar günü olduğundan kapalı olduklarını, diğer taraftaki limanda yakıt alabileceğimiz açık bir yer olduğunu söyledi. Bu arada, eğer Splitte “Check out” yaptırdıysanız, buraya girmeniz sakıncalı, ceza görebilirsiniz dedi. Öteki yere gittik. Maalesef orası da kapalıydı. Kaptan, “adamın söylediği –check out, ceza- kelimelerinden kıllandığını ve yedek yakıtın bir kısmını depoya koyarak Brindisi’ye yola çıkabileceğimizi söyledi. Ben olur dedim. Zaten, benim için zaman kaybetmektense, yol almak ilk tercih. İki bidondaki 44 litre mazotu depoya koyduk ve yola çıktık. Eşim mesajında, hava durumu için; “başlangıçta biraz yeşil ama sonraları maviye dönüyor” demişti. Bu, önceleri biraz rüzgarlı ama sonraya doğru rüzgar kesilecek demekti. Oda İstanbuldan, eşinden gece yarısından sonra havanın güzel olacağı bilgisini almıştı. İki bilgi, birbirini desteklediği için tereddüte mahal yoktu. Şimdi yola çıkarsak, ertesi gün öğlenden sonra saat 2.00 gibi Brindisi de olabilirdik. Yola çıktık. Başlangıçta, deniz çok iyiydi. Kapsama alanı dışına çıkmadan eşimle bir kaç mesaj teati ettik. Saatler geçtikçe, yolun ne kadar uzun olduğunu anlamaya başladım. Bu defa “yorulduk, biraz sakin bir yere çekelim de dinlenelim” deme şansı yoktu. Saat 3.30 gibi, bu defa benim pişirmeyi denediğim ekmekten bir parça yedim. Açıldıkça dalgalar tabii olarak büyümeye başladı. Artık tekne inip çıkıyor, içinde hareket etmek zorlaşıyordu. Otopilot, tekneyi 90 dereceye varan bir açı toleransıyla, rotada tutmaya çalışıyor, bazan daha da büyük kavisler çizdiriyordu. Bu durumda, elle dümen tutmaktan başka çare kalmamamıştı. Kaptan dümen tutmaya başladı. Dalgalar, sancak bordadan, bazan 2-3 metreye kadar çıkıyor, hatta, dört metre diyebileceğimiz ekstra dalgalar zaman, zaman tekneyi 45-50 derece yatırıyor(bunları biraz abartmış olabilirim), aşağıda kamaralarda ve salonda bağlı olmayan ne varsa yerlere düşüyordu. Ertesi gün koltuğun üstünde bıraktığım bilgisayarı da yerde buldum. Ancak, önce bir koltuk minderi düşmüş, bilgisayar onun üstüne konduğu için zarar görmemişti. Bu arada, bir kaç yunus etrafımızda görünmeye başladı. Kah sağımızdan, kah solumuzdan, su üstünden atlayarak bizi izliyorlardı. Bir kaç defa eğitimli gibi estetik atlayış yaptılar. Şöyle ki; birisi önde, diğeri onun az gerisinde yanında ve üçüncüsü de ikincinin az gerisinde yanında yüzüyor, su üstüne atlayışa önce birinci, o tekrar suya dalarken ikinci görünüyor, oda suya girerken üçüncü çıkıyor, sanki sirkte gösteri yapıyorlardı. Akşam soğuğu çıkmaya başlayınca ben aşağıya salona indim, uzun gece başlamıştı. Sağa sola bakmak için gözümü açtığımda midem bulanma moduna giriyordu, bu sebeple, uyumasam bile gözlerimi kapalı tutarak uzandım. Teknenin en az sallanan yeri, kıç üstü, dümen mahalli olduğu için ve dümen tuttuğundan kaptan aşağıya inmiyordu. Bazan aşağıda salondaki bilgisayarından harita vs kontrolu yapmak için indiğinde öğürerek tekrar yukarı gidiyor bu kısa sürede dümeni otopilota bağladığından teknenin gezinmesi artıyordu. Doğal olarak bu durum bulantıyıda artırıyordu. Böylece, zaman zaman uyumuşum. Sabah aydınlığı hissedilmeye başladığı bir an uyandım. Tekne büyük kavislerle dolaşıyor, büyük dalgalara geldiğinde teknenin yan yatmaları tehlikeli hale geliyordu. Anlaşılan kontrol kaptanda değildi. Hemen yukarı koştum. Kaptan, upuzun, uyku tulumu içinde yatıyor, tekne otopilotta gidiyordu. Ona birşey oldu sandım, seslenince kafasını kaldırdı. Rahatlamıştım. Kalp krizi dahil, soğuktan bin türlü şey olabilirdi. “Dümene geçeyim mi?” dedim. Tut istiyorsan dedi. Durgun suların dışında ilk defa 4 saat kadar dümen tuttum. Artık tekne, otopilot yönetimine göre daha az çalkalanıyordu. Fakat, o 4 metreye yakın dalgalar geldiğinde, yine 45-50 derece yan yatma ile teknenin burnuda bir okadar dönüyordu. Pusulaya göre tekrar tekneyi rotaya getiriyordum. Brindisiye 10-15 mil kaldığı sıralarda, gidip gelen gemiler görmeye başladık. Gemilerden birisi ile rotamız kesişiyordu. Bizim cenova yelken açık olduğundan –denizde çatışmayı önleme kuralları gereği- yol hakkı bizimdi. Gerçektende gemi, yolunu değiştirerek bizim geçmemize izin verdi. Bu da benim için ilk olan uygulamalardandı. Karayı ancak 5-6 mil kala görmeye başladık. Liman girişine yönelerek, limana vardığımızda saat 14.00 civarındaydı. Önce yakıt aldık, sonra kaptan marinada market olduğunu öğrenmiş, alışveriş için gitti. Meğer market kapalıymış, taksi tutup şehre gitmiş, birşeyler alıp geldi. Biftek pişirdi, yedik ve biraz uyuduk. Ben ilk olarak duş yaptım, İstanbuldan ayrılalı beri. Biraz sıkıntılı olsa da yıkanmak iyi geldi. Akşam 6-7 gibi uyanınca, kaptan çıkıp gitti. O sırada ben de uyanmıştım. Bilgisayarı açtım, birşeyler yazmak için. Daha birkaç satır yazmıştım ki kaptan geldi. İnternetten hava durumuna bakmış, ayrıca orada karşılaştığı bir Türk de havanın yarın sabahtan itibaren 4 gün seyire uygun olmayacağını söylemiş. Önümüzde iki seçenek var dedi. Birincisi, hemen kalkıp Otrantoya gitmek, ikincisi burada Cuma gününü beklemek. Ben ilk şıkı seçtim. Ne de olsa yolu 40 mil azaltırız geriye Korfuya kalan 60 mili bir ara geçebiliriz belki. Korfuya gitmenin fazla avantajlı olmadığını söyledi, rotanın kırık çizgi şeklinde olması yüzünden. Benim ısrarım üzerine yaptığı ölçme farkın sadece 1 mil kayıp olduğunu gösterince, hemen toplanıp yola çıkmayı kabul etti. Rüzgar diye bir şey yoktu akşam 8.00 gibi yola çıktığımızda. Ben de uyku tulumunu giyip havuzlukta yattım, gece soğuğu çıkınca. Birkaç saat sonra beni uyandırdı, sen istersen aşağı in yat diye. İyi olur dedim ve inip yattım. Zaten geriye 3-4 saat yol kalmıştı. Sabaha yakın limana girdiğimizi ve bağlandığımızı, seslerden takibettim. Daha sonra tekrar uyudum ve şimdi saat sabah 8 civarı. Burada 4 gün yatmayı hiç istemiyorum. Bakalım kaptan ne zaman uyanır, ve ne yapacağız.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-4ff2d09ba85cdacd height=266 width=320 contentId="4ff2d09ba85cdacd"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-edb8c2d6d150cd1d height=266 width=320 contentId="edb8c2d6d150cd1d"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-c40265287f1a4d60 height=266 width=320 contentId="c40265287f1a4d60"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-292c8c80e47d0648 height=266 width=320 contentId="292c8c80e47d0648"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-24794327542367536342009-04-11T12:03:00.000-07:002009-04-18T06:10:32.467-07:00Splitten Dubrovnik'eLimandan çıktığımızda, keyfimiz çok yerindeydi. 5 mil’e yakın bir hızla seyrediyor, ufak tefek sallanmalardan rahatsız olmuyorduk. Hatta bu, biraz da eğlenceliydi benim için. Yelkecilik buysa, bu ilk yolculuk harikaydı. Gündüzden yelkenleri hazırlamıştık. Kaptan, sadece Cenova ile seyir yapmak yeterli diyordu. Ana yelkene hiç ihtiyaç olmazmış. Ama ben, hem tekneyi full yelkenle seyrederken görmek, hem de daha fazla yakıt tasarrufu olacağı için bir an önce yelkenleri basalım diyordum. Hava epey kararmıştı. Kaptan da, ilerdeki adalardan kurtulup yönümüzü güney doğuya çevirince bakarız diyordu. Ben arada, ana yelkenide açalım diyor, kendimce espri yapıyordum. Öyleya işi bitirip yola çıkmış, hafif de olsa teknenin batıp çıkması, seyrettiğim, film, yelkenli yarışları vs. görüntüleri ile kabaran isteklerime cevap olmuştu. Adaları geçip, rotamıza girdiğimizde rüzgar neredeyse kesilmişti. Rüzgarı göteren alet kendi etrafında dönüyordu nerdeyse. Fakat, açık denizin soluganları(önceki hava şartlarının armağanı, ölü dalgalar) çıktı birden. Tekne, bordadan gelen soluganlar yüzünden, çok düzensiz sallanıyordu. Gecenin soğuğu da eklenince elimiz ayağımıza dolanmaya başladı. Kaptan, “sanki neden yarını beklemedik ki, diye kendime kızıyorum” demeye başladı. Dalgalar tek yönden gelse bu kadar hırpalamazdı. “Demek ki” diyordu kaptan, ertesi sabah uyandığımızda“ Önceden hava bir böyle esmiş, bir de böyle, tek yönden esse bu kadar hırpalamaz dı.”. Neyse, bir yanda teknenin anormal hareketleri, diğer yandan, inanılmaz gece soğuğu karşısında, mide bulantısı da kendini göstermeye başlayınca ben kamaraya inmeye karar verdim. Kaptan, aşağıda daha kötü olursun diye uyardı, ama ben aşırı soğuk yüzünden, yüz felci vs. korkusu duyarak indim. Aşağıda, o yorgunlukla belki bir saat civarı uyudum. Ama sonrasında, teknenin inip kalkması, astronotların “yerçekimsiz ortam” eğitimlerine benzeyince, birde kaptanın bulantı öğürmelerini duyunca, hemen yukarı çıkmam gereğini duydum. Kaptan, iki battaniyeye sarılmış, çalışıyordu. Yukarı çıktığımda ilk sözü “çok üşüdüm” oldu. Sonra devam etti. Sonra devam etti. “Çapa kurtuldu yerinden, 80 metre zinciri çekerek gidiyoruz aşağıda, onun için hızımızı 2 mile düşürdüm”. Şok olmuştum. “Çekemedinmi zinciri ırgatla”. “Zincir ırgattan kurtuldu, 80 metre zincir çok ağır, halatla bağlayıp zinciri yukarı çekeceğiz, boşlayınca ırgata oturtup toplayacağız” dedi. “Ama bu işi, biraz korunaklı bir yerde yapacağız, sonra kuytu bir yer bulup sabahı bekleriz”. 80 metre zincirle ucundaki çapayı sürükleyerek hoplaya zıplaya devam ettik. Biraz sonra, daha sakin bir yere gelince motoru boşa alıp, zincirin uygun bir yerine halat bağladı kaptan. Halatın diğer ucunu bir vince volta ederek çektik. Ama karanlıkta halatın vince sıkıştığını farkermeden çektim. Bu kadar zorlandığımın sebebi ertesi sabah anlaşıldı. Halat sıkıştığı için, kolay işi zora çevirmişim. Neticede, ırgatın sigortası ata, ata epey zaman uğraşıp çapayı yerine oturttuk. Daha sonra, hemen yakındaki( Hıvar civarı) bir koya girip demirledik. Kimsenin yeme, içme derdi olmadığından hemen yattık. Bu gün koy içi güzel, hava aydınlık keyifler idare eder kıvamında. Uyanıp, sütle mısır gevreği yedik. Tekneyi neta edip, zinciri topladık. Şimdi cenova açık, hız 6,5 knot civarı, rotamız Dubrovnik. Bu akşam 22.00 gibi orada olmayı umuyoruz. Saat 11.00 civarı acıktık. Yemek hazırlamak için, bir sığınak, saçak altı bulduk. Kaptan ekmek için hamur mayalamıştı. Yemekte barbunya konserve, yeşil ve siyah zeytin ve ekmek yedik. Üstüne hazır puding. Zincir toplarken yine bir problem yaşadık. Irgata zincir üst üste dolandı, kurtarmak için baltayı da çıkarmıştık ki, son bir defa çekince kurtuldu. Toplanıp, yola çıktık tekrar. Bu defa hava harikaydı. Hafif orsalayarak, yelken+motor yola devam ettik. Akşamüstü güzel bir pilav menümüzdü, servis kıçüstüne yapıldı. Her nekadar, tabak elde tutularak yense de, bu yemek boğazda değil, Dalmaçyada seyirde yeniyordu, unutulmaz. Başüstünde kalan dingiyi arkaya aldık, ön tarafı görmede biraz engel yaratıyordu. Tabii, bu işi yaparken, bir saçak altında durduk, 15- 20 dakika gecikme demek bu. Bu gece yola devam edersek, gece yarısından sonra 2.00 gibi Dubrovnikte olabileceğiz. Tabii, hava bizi bir yere sığınıp yatmaya zorlamazsa. İskele bordadan gelen rüzgar sağanakları zaman zaman 25 knotu buluyor. Bu hem tekneyi yatırıyor hem de çok sallıyor. Bu sebeple yelken açmıyoruz. Sahile çok yakın seyrederek bu rüzgarlardan saklandık. Böylece yola devam ediyoruz. Kaptan Dubrovnike yakın bir yerde geceleyelim dedi, ben ise çok yakın olduğundan yola devam etmeyi önerdim.Gece saat 2.30 da Dubrovnike geldik. Bir kanal görüntüsünün içine giriyoruz. Kanalın iki yanındaki yollarda giden otomobiller çok seyrek bu saatte. Kanalın iki tarafındaki evler, sokak lambalarının ışıkları bizim için bir rüya alemi çağrıştırıyor bu ilk yolculuk sonrasında. Kanalın iki yakası arasında güzel bir çelik köprü ışıklandırılmış haliyle, ilk görünce büyüleyici geliyor. Marinaya yakın bir yerde demir attık. Gece rüzgar sağanakları yüzünden tekne çok gezindi. Hatta bir ara demiri aldı gidiyor sandım. Demir etrafında döndük durduk sürekli.<br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-329ecdc074fb36e6 height=266 width=320 contentId="329ecdc074fb36e6"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-9f0f03767202f0ca height=266 width=320 contentId="9f0f03767202f0ca"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-b9152fadf18ba4b2 height=266 width=320 contentId="b9152fadf18ba4b2"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-5a8a1660b80c19a3 height=266 width=320 contentId="5a8a1660b80c19a3"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-FAILED height=266 width=320 contentId="FAILED"></OBJECT><br /><OBJECT class=BLOG_video_class id=BLOG_video-bc539494f893579c height=266 width=320 contentId="bc539494f893579c"></OBJECT>Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-564180742316461414.post-52636848866777934102009-04-01T05:30:00.000-07:002017-08-21T12:10:59.019-07:00Vanda Split'te<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiENnDqgb1vs_CD4YdYD8dQ86ZxaQxjS-_09k5oNoFqYedseiPj6d6vMIV14fOsbXKva-MiqMR_Nh1MjvSvFrrDyh1ZtU0TS-DawUOF7eK-7Sv-awd70MhGqNPpslIWk2A668CX8IvsxVA/s1600-h/Vanda+Split%27te.JPG"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5319700227531752306" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiENnDqgb1vs_CD4YdYD8dQ86ZxaQxjS-_09k5oNoFqYedseiPj6d6vMIV14fOsbXKva-MiqMR_Nh1MjvSvFrrDyh1ZtU0TS-DawUOF7eK-7Sv-awd70MhGqNPpslIWk2A668CX8IvsxVA/s320/Vanda+Split'te.JPG" style="cursor: hand; float: right; height: 214px; margin: 0px 0px 10px 10px; width: 320px;" /></a><br />
<div>
</div>
</div>
Ahmet Semizhttp://www.blogger.com/profile/12890435727497753663noreply@blogger.com