Otranto' dayız

Kaptan da fazla uyumadı. Ama uyanınca, yola devam etme taraflısı olmadığı çıktı ortaya. Aslında Korfu bir solukluk yol gibi geliyor bana. Fakat kaptan rüzgarın güneyden esecğini, ve sancak baş omuzluktan geleceğini, bunun ilerlemeyi zorlaştıracağını söyledi. Ayrıca dört gecedir yol aldığımızı, beşinci gece yola çıkmak istemediğini söyledi ve yola çıkmama kararı verildi. Öğleye yakın, Guardia Costeriere(sahil muhafaza)dan geldiler. Balıkçıların ve feribotların bağlanacağı yerdeymişiz. Yerimizi değiştirmemizi istediler, ayrıca pasaportlarımızı da aldılar. Bir süre sonra pasaportlarımıza, deniz yoluyla Otrantoya giriş damgası vurulmuş olarak getirdiler. Halbuki vizemiz yoktu. Normal giriş damgası olmamalıydı. Ben, yine de sahile çıkmak istemiyordum. Bir aksilik çıkabilir ve vizemiz olmadığı için sıkıntı yaşayabilirdik. Kaptan; “Otranto’ya giriş damgasını vurduklarına göre sorun olmaz” dedi. Zaten kendisi, “denizcilere birşey diyemezler, ilaç almaya gittim derim” diyerek markete vs gidip geliyordu. Neticede ben de ikna oldum ve çarşıya çıktık. Giderken hala bir yerde gümrüklü sahadan çıkış kapısı olacak, pasaport kontrolu yapacaklar diye bekledim. Fakat ne kontrol, ne başka birşey vardı. Marina girişinde bile bir giriş kapısı yoktu. Birkaç lokantanın önünden geçip, sahil boyunca yürüdük. İlerde kalenin dışından kestirme merdivenden çıkıp, turistik eşya satan dükkanlar, küçük kafeterya ve lokantalarla dolu eski kale içi şehrine vardık. Kalenin üstünden bakınca bütün liman ve marina ayaklar altında görünüyordu. Kaptan; “sana şurada bir bira ısmarlıyayım” dedi. Ben pek istekli olmayınca; ”bir daha buralara gelip bir bira içme şansın olurmu bakalım” dedi. Doğru söylüyordu. Bu bir anı olarak kalacaktı. Kalenin üstünde sayılan cafe-barın dışardaki bölümünde oturduk. Limanı, denizi seyrederek biralarımızı içtik ve kalktık. Yürümeye devam edince, asıl şehire geldik. Burası, bankalar, modern dükkanlar ve otelleriyle bir turizm şehriydi. İnternet ve fax. Hizmeti veren bir dükkana girip maillerimize baktık. Tekneyi satın aldığımız kişi evrakları hazırlayıp göndermemiş, henüz bir mail yok. Biraz hava durmuna baktık. Aslında bence hala gidilebilir bir durum vardı. Ama artık akşam olduğu için yola çıkmayı ben de istemiyordum. Tekrar geldiğimiz yoldan tekneye döndük. Ertesi gün 30 nisan Çarşamba. Sabah küçük bir kapta su ısıtarak sallama çay yaptık. Ama sular çok kireçli. Kaynamış suyun üstündeki kireç tabakasını çay kaşığıyla biraz gidererek çay demleyip, zeytin, peynir, yağda yumurta yedik. Artık vizesi olan normal turistler gibi çıkıp şehre gitmeye karar verdik. Kaptan, şehrin kenarında Pazar kurulduğunu söylemişti. Burada pazaryeri görmek ilginç olur diye düşündüm ve kameraya çekmeyide düşündüm. Giderken kameranın pilinin bittiği anlaşıldı. Aksilikti bu. Fakat kaptan gidip şarj aletini alayım, bir dükkanda şarj ederiz biraz dedi. Aslında kaptanın düşüncesi, dalgıç elbisesi satan bir dükkandan, ucuz varsa, bir elbise almak ve teknenin altını temizlemekti.Bu bizim hızımızı enaz yarım mil artırabilirmiş. Daha sonra elbise, benim dalış elbisem olacaktı. İşte kamerayı, elbise alırken rica edip şarja takacaktık. Ben yürümeye devam edecek, akşamki internet kafe önünde onu bekliyecektim. Yavaş yürümek benim içinde iyi olacaktı. Çok beklemem gerekmedi. İnternet kafeye girip maillerimize baktık. Benim için bir haber yoktu. Fakat kaptana bazı teklifler gelmişti ve bir an önce Türkiyede olsam iyi olur demeye başladı. Birisine mayısın 9’unda başlama koşuluyla teklif yazdı. Hava durumuna biraz daha detaylı baktık. Perşembe sabah yola çıkmazsak sonrası daha da kötü olabilir görünüyordu. Sonra pazara doğru yürüdük. Dalgıç elbisesi satan yer gerilerde bir yerdeydi. Ama bir başkasına rastlama ümidimiz de vardı. Fakat olmadı, başka dükkana rastlamadık. Pazar, küçük bir sokakta kurulmuş, genelde yiyecek satanlardan ibaretti. Bütün satıcıların satış fişi veren yazarkasa kullandıklarını gördüm. Birkaç yüz metre ilerde ise genelde giyim (gıda dışı) satanların olduğu başka bir pazaryeri vardı. Oraya da baktık. Ben 20 euro dedikleri, ucuz bir spor ayakkabı denedim. 15 euro teklif ettim, kabul ettiler ve aldım. Fiş vs. vermediler, ben de istemedim. Daha sonra bir marketten ve dönüş yolundaki gıda pazarında biraz alışveriş yapıp döndük. Dönüş yolunda, dalgıç elbisesi satan yeri aradık, fakat öğleden sonra saat 4.00 te açılacağını öğrenince elbise işinden vazgeçtik. Pasaportu damgalayanlar, gitmeden kendilerine haber vermemizi istemişlerdi. Yarın sabah çıkacağımız için, kaptan, pasaportları alıp haber vermeye gitti. Vardiya değişmiş, başka görevliler gelmişti. Bizim vizelerimiz olmadığını farketmişler ve daha sonra pasaportları veririz deyip kaptanı göndermişler. Bir saat kadar sonra geldiler, kaptana birşeyler söylediler. Ben teknenin küçük peceresinden durumu izliyordum. Görevli ikidebir telefonuyla konuşuyor, kaptanın yüzü gülmüyordu. Görevliler tekrar gittiler. Kaptanın da canı sıkılmıştı. Artık o da bir an önce çıkıp gitmek istiyordu. Epey sonra pasaportlarımızı getirdiler. Bastıkları dörtköşe giriş damgasının her kenar çizgisine dik, küçük birer çizik atmışlar. Böylelikle giriş damgasını iptal etmiş oldukları yorumunu yaptık aramızda. Akşam yemeği olarak, patates haşladık. Bir soğanı doğrayıp ikiye böldük. Ben soğanı, tereyağda kavurarak patatesleri küp doğrayıp kavrulmuş soğanla karıştırdım. Kaptan, haşlanmış bir yumurta da ekleyip salata şeklinde yedi. Artık yarın sabah, tahmini olrak 56 saat durmadan yol almayı planladığımız yolculuk için yatıp uyuyacağız.

Yorumlar