Androstan Çeşmeye

Androstan sabah saat 06.00 da hareket edecektik. Saat 05.30 da haşlanmış yumurta ve beyaz peynirle kahvaltı yapıp, 05.45 te demir aldık. Demiri, dümen mahallinden vira ettik. Sigorta devreyi kesmeden demir toplandı. Fakat bu defa, baş taraftaki kontrollar çalışmadığından, demiri yerleştirmek zor oldu. Biraz tornistan yapıp sahilden uzaklaştıktan sonra dümen kırıp, liman çıkışına yöneldik. Kaptan “hareket etmiyormuyuz?” dedi. “Yoo, gidiyoruz.” Diye cevap verdim. O, GPS ye bakıp, “hareket etmiyoruz” dedi, bu sefer. Bu sefer tam yol verdik makinaya. Fakat, evet, hareket etmiyoruz. Dümeni, sağa sola kırarak, tornistan yaparak, tam yol çalıştırarak ilerlemeye çalıştık. Tekne oturmuştu!... Tekrar dümen kırarak, tornistan yaparak, kurtulmaya çalışmalarımız sonuç vermiyordu. Nasıl olmuştu bu iş? Aynı yoldan, 3 metre su ile gelmiş, 2,5 metreyi görünce demirlemiştik. Bulunduğumuz yer, 3 metre su olan yerlerdi. İlk gelişimizde buradan girmiştik. Sonra ayrılmış, rıhtıma gitmiş, 3 saat kalıp geri dönünce, yine aynı yere demirlemiştik. Tek bir ihtimal geliyordu aklımıza şimdi. Biz demirledikten sonra gelen feribotlar, küçücük alanda, güçlü makinalarıyla yaptıkları manevralarla, kaldırdıkları kum ve çamur, arkamızdaki alanda “topuk” yapmıştı. Şimdi, kurtulamazsak balıkçı teknelerinden, liman ilgililerinden, yardım istemek zorunda kalacaktık. Bu bize, yüklü bir paraya mal olabilirdi. Diğer taraftan, bir gün sonra havanın fırtınamsı olacağını öğrenmiştik. Yola hemen çıkamazsak, en azından 4-5 gün daha beklemek zorunda kalacaktık. 10 knot civarında bir rüzgar vardı. Kaptan önce yelkeni açtı. Bu doğru bir hareketti. Tekne biraz yan yatarsa, salma yana doğru yükselince kurtulabilirdik. Diğer taraftan, bir gün önce doldurduğumuz, 300 litre suyu da boşaltmaya başladık. Makina tam devire çıktığında dümen mahalli, hatta bütün tekne, zangırdıyordu. Motorun ne kadar güç ürettiğini, ilk kez hissettim. Tekne yerinde dönüyor, etrafımızdaki sular, çamurlu, karma karışık bir görünüm alıyordu. Bir kaç dakika sonra, teknenin hareket ettiğini hissettik. Kurtulduk. Oooh! Çektik. Rahatlamıştık birden, üzerimizden, sanki çok ağır bir yük kalkmıştı. Kaptan, “daha da kurtulamasaydık, yardım istemeden önce yapılacak bir çok şey vardı” dedi. Bunlar arasında Tekneden bir çok ağırlığı bota yükleyip hafifletmek, botla , çapayı götürüp ileri bir yere atarak, ırgatla tekneyi çekmek de vardı. Neyse, kurtulduktan sonra hemen çıkışa yöneldik. Yalnız bu operasyon bize, bir saate yakın zaman kaybettirmişti. Hava istediğimiz gibi olmazsa, Çeşmeye varmakta çok geceye kalırdık, bu da ilave yorgunluk ve eziyet olurdu. Hava, dalga ve rüzgar tatminkardı. Umduğumuzdan daha rahat bir yolculukla, akşam saat 18.30 civarında, sakız adasının güneyinden çeşme ye doğru döndük. Burada sular çok sakin ve rüzgarsızdı. Cenovayı toplayıp, motorla devam ettik. Çeşmeye yaklaşınca, cep telefon ayarlarımızı Türkiye için değiştirdik. Kaptan, telefonla hava durumunu sordu, Sabaha kadar iyi bir hava işareti alınca, o da, “yola devam etsek mi?” diye düşündü. Ben de bir an önce gitmek taraftarı olduğumdan, Ayvalık’a doğru yöneldik. Kaptan, “borda fenerleri de yanmıyor” “ışık olmadan gidemeyiz, sen yukarıya bir ışık yapabilirmisin” dedi. Teknede, çakmak mahalline takılarak çalıştırılan, kulplu bir fener vardı. Dümen mahalline, el GPS’i için çektiğimiz kabloya bu ışığı da bağladık. Bu kablo, yeterli değildi. Fakat yapacak başka birşey yok, deneyecektik. Işık iyi çalıştı. En arkada, toplanmış olan güneşlik demirine bağladık, artık bizi karanlıkta görebilirlerdi, bu çok önemliydi. Çünkü bu civarda çok trafik vardı. Biraz aşağı indik, uzun bir gece olacaktı. “Karaib korsanlarına döndük” dedim, “borda fenerleri nasıl bozuldu anlamadım, bu kadar da olurmu?”. “Kırılmış” dedi kaptan, nasıl olmuşsa.. Yola devam ediyorduk. Fakat, birkaç mil gittikten sonra, teknenin başı, yine inip kalkmaya, balyoz gibi suyu döğmeye başladı. Zaten oldukça yorulmuştuk. Rotayı Çeşme Marinaya çevirdi kaptan. Saat 22.30 civarı marinaya bağlandık.

Yorumlar