Çeşme ve sonrası İstanbula
Buraya girdiğimize göre, Transitlog, pasaport giriş, vs. işlemleri burada yapacağız. Bu arada, borda ve silyon fenerlerini de tamir etmeliyiz. Sabah, bu işler için çıkmadan, silyon fenerinin ampulünü tespit etmek gerek. Teknede direğe çıkmakta kullanılan bir koltuk var. Onu mandar halatına bağlayarak vince volta ettik. Kaptan vinci çekerken zorlandığı için, ben de, çarmıh telleri, vs. ye tutunup kendimi az da olsa çekerek, onun işini kolaylaştırmaya çalıştım. Aslında, bir de emniyet halatı kullanmam gerekirdi. Fakat, Cenova da, ana yelkende çekilmiş olduğundan, kullanabileceğimiz böyle bir hakat yoktu. Silyon fenerine ulaşıp, kapağı çıkardım. İçinden ampulu alarak gözle muayene ettim. Arızalı gibi duruyordu. Aşağıya inince ölçerek de arızalı olduğunu gördük. Önce liman başkanlığına gittik. Ellerinde transitlog olmadığını, ama, Altınyunus Oteli yanındaki Setur marinadan alabileceğimizi söyledi. Oraya gitmeden önce, ampul, vida gibi ihtiyaçlarımızı alabileceğimiz dükkana gittik. Aradıklarımız yoktu. Burada olmayan Alaçatıda pek olmaz dediler. Bunun üzerine transitlog almak için Setur Marinaya gitmek üzere taksi, minibüs vs. sorduk. Orada alışveriş için bulunan biri, kendisinin o tarafa gittiğini, bizi bırakabileceğini söyledi. Buna çok memnun olduk. Oraya vardığımızda, bir dükkanda, silyon ampulünü bulduk. Sonra marina ofisinden transitlog formunu aldık. Yürüyerek minibüse bineceğimiz “dörtyol”a yaklaştığımızda arkadan gelen minibüse binerek tekrar Çeşmeye geldik. Liman başkanı bu defa, önce sağlık kontrolu ve pasaport girişini yapmamızı, sonra gelmemizi söyledi. Sağlık kaydı çabuk bitti. Elektrikler kesik olduğu için, sadece deftere kayıt yaptı ve transitlogu damgaladı. Sonra Gümrük girişine gittik. Kaptan önden giderek işlemi başlattı. Ben oraya ulaştığımda, İtalya-Ancona’dan gelmiş feribottan çıkanların, arabalarıyla gümrükten geçiş çilesi yaşadıklarını gördüm. Kapının önünde yolcusunu bekleyen, 26 sene İsviçrede çalıştıktan sonra, iki sene önce kesin dönüş yapmış birisiyle sohbete başladık. Feribot sabah 7.00 de gelmiş saat 13.00 olduğu halde, hala üçte birinin işlemleri bitmemişti. Herhalde elektriklerin kesik olması da bunda etkendi. Ama ülkem adına üzüldüm. Bir an önce, güvenli olarak memleketine ulaşmaya çalışan insanların çoğu, bu gecikme sebebiyle, çıldırmanın eşiğinde bağırıp çağırıyor, işlemi bitip çıkanlar ise bu çileyi hemen unutup yoluna koyuluyordu. Bir süre sonra kaptan telefonla aradı. Meğer ben yanlış yerde bekliyormuşum. Ama kapıya geldiğimde oradaki görevliye, “arkadaş pasaport girişi için içeri girdi, ben de onun yanına gideceğim” deyince, “siz burada bekleyin” dedi. Ben de kaptan içeri girerken gördü de olayı hatırladı diyerek orada bekliyordum. Fakat kaptan, ilerde, Ulusoyun yanındaki başka bir girişten girmiş. Bu kadar gecikmesinin bir problemden kaynaklandığını düşünüyordum. Ama, neticede bir bahane bulup teknede duran bazı evrakları görmek istemişler. Yorgunluktan ve bitkinlik yüzünden; adamların istediği 50 milyon yerine 20 euro vermeye razı olmuş ve pasaportları damgalatmış. Öğle zamanı olduğundan liman başkanlığı kapanmıştı. Çarşıya kadar yürüyüp elektrikçi aradık. Neticede bir dükkanda havuzluğa asacak “hertaraftan görünür” bir ampul edindik. Bunu, bir dükkan sahibi, eski stop lambasının duyunu ve ampulünü kesip verdiği için halletmiş olduk. Öğlen yemeğinden sonra liman başkanlığına vardığımızda, yine bir problem vardı. Elektrikler kesik olduğundan fotokopi çalışmıyor, dolayısıyla bizim evrakların bir kopyasını alamıyorlardı. Akşam 17.30 da gelmemizi söylediler. Tam çıkarken benim aksadığımı farkedip kalktı liman başkanı “ne oldu” diye. Ben protez kullanıyorum, bir şey yok deyince de, “akşam sizin gelmenize gerek yok dedi”, teşekkür edip çıktık. Tekneye varınca ilk iş olarak silyon lambasını hallettik. Ben tekrar direğe çıkmışken, sancak gurcataya, aldığım makarayıda takıp bayrak ipini içinden geçirdim. Sonra, bayrağımızı sancak gurcataya çektik. Aldığım tekli borda feneri, kırılan büyüklüğündeydi. Plastiğin diğer tarafını keserek o kısma, çarşıdan aldığım yeşil jelatını bantladım. Böylece, kırmızı ve yeşil ikili borda feneri oluştu. Gerçi, yeşil tarafi iyi olmadı ama, artık idare edeceğiz. Fakat lamba yanmadı. Sonra arızanın nerede oldğunu arayınca, zincir mahallinden ulaşılan bir noktada bağlantı klemensini buldum. Klemens de, teller de yıllarca tuzlu ortamda korozyona uğrayıp kopmuştu. Kaptan, liman başkanlığına gidince, klemens de aldı ve o işi de halledip borda fenerini de çalıştırmış olduk. Hava durumu, yarın sabah yola çıkmamıza müsait değil. Belki öğlenden sonra çıkabiliriz kararı veriyoruz. Akşamdan marinanın hesabını kapatmıştık. Sabah 05.30 gibi yola çıktık. Hava sakin ve rüzgarsızdı. Önümüzde oldukça uzun bir yol vardı. Midillinin doğusundan yolumuza devam ettik. Midillinin kuzeyine yaklaştıkça rüzgarda artmaya başladı. Bozcaadaya kadar durmayı düşünmediğimizden sadece motorla yolumuza devam ettik. Assosun uzağından, Babakalenin ise yakınından geçtik Kaptan, Bozcaadadan mazot almayı planlıyordu. Oradaki akaryakıt istasyonunu arayarak gece 11.00 civarında limanda olacağımızı ve mazot almak istediğimizi söyledi. Tamam dediler bizi bekleyeceklerdi. Gece yarısı vardığımızda beklemedikleri anlaşıldı. Kaptan tekrar aradığında geleceklerini söylediler. Ama yarım saatten fazla beklediğimiz halde hala yoklardı. Sabah yine erken kalkacağımızdan hemen yattık. Tam uykuya daldığımızda, kaptanın telefonu çaldı, gelmişlerdi. Kaptan kalkıp dışarı çıktı. Biraz sonra geldiğinde, tankerin kısa hortumla geldiğini ve hortumun tekneye yetişmediğini söyledi. Mazotun Çanakkaleye kadar yeteceğini düşünüp mazot almaktan vazgeçmiş. Sabah, Bozcaadadan erken çıktık. Çünkü birgünde Çanakkale boğazından geçip Marmarada Hoşköy veya Şarköye varmak istiyorduk. Öğle civarı Çanakkaleye vardık. Mazot ikmalini ve alışverişi bitirdikten sonra tekrar yola çıktık. Akşamüstü boğazdan çıktık. Anlaşılan karanlığa kalmıştık yine. Rüzgar lodos olduğundan kaba dalga vardı ve tekne çok sallanıyordu. her şeye rağmen Hoşköy balıkçı barınağına girmeye niyetlendik. Ancak gece yarısından sonra saat 01.00 gibi varabildik. Metruk bir yer izlenimi veren barınağa varınca, dikkatlice soluganlardan korunmak için içeri girmeye başladık. Fakat salma dipteki birkaç kaya parçasına dokununca vazgeçip biraz geriye çıktık. Buradada başımıza “oturma” sıkıntısı çıkabilirdi. Birkaç saat tedirgin ve rahatsız bir şekilde uyumaya çalıştık. Sabah saat 05.00 olmadan ayaklandık ve yola çıktık. Denizde güneşin İstanbul tarafından doğuşunu seyrederek Silivriye doğru kıyıya yakın bir seyire başladık. Şarköy, Tekirdağ , Marmara Ereğlisi geride kaldı. Silivride bir yakınımız Metin Beyin çift direkli yelkenli teknesi "İsis" yaz sezonuna hazırlanıyordu. Biz de onun yanına bağlanacaktık. Metin Bey ve kaptanı Oktay Kaptan bizi karşıladı. Artık İstanbuldayız.
Yorumlar